ANILAR

Ankara Kalesinde Kütahya İzleri

            Ben aslen Kütahya' lıyım. Orada doğdum orada büyüdüm öyle ki üniversiteyi bile orada okudum ta ki eşim Murat Şen ile karşılaşıncaya kadar.  Aşk galip geldi evlendim ve Ankara'ya gelin geldim. Bu geliş benim kalbimde yeni bir sevdaya yol açtı. Ben güzel ülkemizin başkenti bu kadim şehri çok sevdim. İçinde yaşamaktan mutluluk duydum. İşte bu nedenle bir Ankara anısıyla başlamak istiyorum yazılarıma.
           Mart ayı içerisinde bir hafta sonu Eskişehir'den gelen misafirimiz aynı zamanda benim halam olan sanatçı Esen Leyla Esendal' ı ağırlamak için kayınbiraderim Dr. Fatih Şen ve sevgili eşi Dr. Fatma Şen'in davetleriyle misafirimiz ve eşimle birlikte Ankara Kale'sine gittik. Uzun zamandır gitmemiştim. Kalenin içinde restore edilmiş bir çok evin sanat evi , antikacı dükkanı hatta restoran kafe haline getirilmiş olduğunu görünce şaşırdım. Hepsi birbirinden güzel bu sanat evlerinden birinde  "Emin Antik" de konuk olduk. Üç katlı eski bir Ankara evinin giriş katı antika mağazası olarak kullanılıyor, orta katında duvarlarında değerli tabloların sergilendiği yine antika veya yeni pek çok sanat eseriyle dekore edilmiş bir salon var. Burada konferanslar gibi, sergiler gibi çeşitli etkinlikler düzenleniyormuş en üst katı ise ufak bir restoran olarak düzenlenmiş. Açık mutfak anlayışıyla müşterinin gözü önünde hazırlanan yiyecekler yine tabloların çeşitli sanat eserlerinin süslediği, penceresinden ve terasından  görünen muhteşem Ankara manzarası önünde konuklara ikram ediliyor. Doğrusu hem hizmetten, hem, yemeklerden (bu arada laf aramızda mantısını özellikle tavsiye ediyorum) çok memnun kaldık. Sanat evinin sahibi, kendisi de sanatçı olan İbrahim Terzioğlu bey tek tek bütün konuklarıyla ilgilenip herkesi memnun etmek için çaba sarf ediyor. Ayrılırken hepimiz yeni bir dost kazanmış olmanın sevinci ile ayrıldık.
         Emin Antik, daha içeriye girer girmez Selçuklu döneminden kalma Kütahya çinileriyle karşıladı beni. Ankara kalesinde memleketimin esintilerini bulmaktan çok sevindim ancak asıl sürpriz restoran katında karşıma çıktı. Rahmetli babacığım çini ressamı Ahmet Fuat Gürel'in en yakın arkadaşı kadim dostu bizim Ahmet amcamız Kütahya' nın ve Türkiye' nin dünyaya mal olmuş ünlü ressamı rahmetli Ahmet Yakupoğlu' nun bir tablosu bana gülümsüyordu. Tabloya ilgimi gören İbrahim bey bana Ahmet amcayı tanıdığını bu tabloyu kendisine onun armağan ettiğini anlattı. Kütahya' yı çok seviyor hatta babamı bile tanıyordu. Ankara'da Kütahya anıları, sanat sohbetleri ve lezzetli yemeklerle  dolu dolu geçen bu güzel gün anılarıma mutluluk olarak yazıldı.




         Sanat, dostluk ve güzelliklerle dolu bu yerde karşımıza çıkan bir başka heyecan ise penceresinden görünen Arslanhane Camii manzarası oldu. 13.yy başında Selçuklu döneminde yapılmış döneminin mimari özelliklerini en iyi şekilde yansıtan ve günümüze kadar gelebilmiş bu caminin halen ibadete açık oluşu da ayrı bir güzellik tabi. Aşağıdaki fotoğrafı Emin Antik restoranının terasından kendim çektim ve doğrusu bu fırsatı bulabildiğim içinde ayrıca mutlu oldum.

  


             Bu güzel günün anısına çekilmiş bir kaç fotoğraf ile bu bölümü tamamlamak istiyorum. Umarım Ankara Kalesine tekrar gelmek nasip olur. Başka köşelerini görmek içindeki müzelerini gezmek çok isterim.


-/-/-/-

AKRABA CANDIR


      Ankara'dan Eskişehir'e hızlı trenle gitmeye bayılıyorum. Yeni yapılan lokomotif görünümlü güzel gara geldiğimde içimde heyecanla karışık sevinç var. Ne zaman ve hangi sebeple olursa olsun Eskişehir'e gitmek bende hep bu duyguları yaratıyor. Yarı memleketim sayılır tabi.Yıllarca oturduk, şimdi annem, kardeşim, teyzelerim, kuzenlerim arkadaşlarım bir çok sevdiğim insan orada yaşıyor. Tren son sürat yollarda ilerlerken ben çayımı yudumlayıp yanımda oturan hanımla sohbet ederken bir buçuk saat gibi kısa bir süre sonra işte Eskişehir'deydim artık. Hava güzel  ben birazdan anneme kavuşacağım için sevinçli kendimi Eskişehir'in ağaçlı yollarına vurdum. Sabah çok erken geldiğim için esnaf yeni yeni açıyor kepenklerini kimi dükkanının önünü temizliyor kimi vitrinini. Çalışan anneler tutmuşlar çocuklarının ellerinden önce kreşe sonra işe yetişme telaşında koşturuyorlar bir hanım köpeğini gezdiriyor. Önünden geçtiğim fırından mis gibi simit kokuları geliyor ama ben simidimi annemin sokağındaki fırından alacağım Ne güzel bir his her iki tarafı da yıllanmış ağaçlarla süslü bir yoldan yürümek. Bu ağaçları ne yol yapmak için ne de AVM yapmak için kıyıp kesmemiş kimse. Bu şehrin bence en güzel yanı büyük şehrin bütün imkanlarına sahip olarak küçük şehrin kolaylıklarıyla yaşanması.

       Anneciğim sevinçle karşıladı beni. Her zamanki gibi şahane bir kahvaltı sofrası beni bekliyordu. Geçen hafta büyük kızım Aliye'ye "diyet yapacağım" dediğimde bana gülmüş ve " Anne sen haftaya Eskişehir'e gideceksin artık anneannemin böreklerini, yemeklerini yiyerek çok güzel diyet yaparsın" demişti yerden göğe kadar haklıymış. Biz Kütahyalıların Gökçümen Hamursuzu dediğimiz bir börek vardır. Elde açma olarak kat kat arasına tahin ya da haşhaş sürülerek yapılır. Ben çok severim. Annem bana sürpriz olarak işte bu böreği yapmış kahvaltıya, yanında biri ayva biri çilek olmak üzere iki şahane reçel. Diyet miyet kalmadı bende vallahi bu güzellikler yenmeden durulmaz dostlar. 




      İnsanın ne kadar çok akrabası varsa o kadar da çok zenginliği var bence. Çünkü çocuklukta büyüklükte birlikte yaşanan her şey sadece onlarla yaşanabilir. Akrabandır ve canındır. Annemin yedi kardeşi var. Ne yazık ki iki dayım ve bir teyzem rahmetli oldular geriye üç teyzem kaldı. Onların ikisi Eskişehir' de yaşıyor. En büyükleri ise bundan yıllar yıllar önce ABD'ye gitmiş halen orada.
      Benim bugün Eskişehir'e gelmeme neden olan olay biraz üzücü. Çünkü annemin bir büyüğü Nezihe teyzem ne yazık ki geçen hafta düşmüş ve kalçasını kırmış. Hepimiz çok üzüldük tabi özellikle de annem, çünkü aynı olay beş altı yıl önce onun da başına geldi ve çilesini çok iyi biliyor. O acılı günlerin hatırası olarak artık elinde bir baston taşımak zorunda maalesef.  Allah'a çok şükür teyzemin ameliyatı başarılı geçmiş ve dün taburcu olmuş. Şu anda kızının yani  sevgili Sara ablamın evinde kalıyor. Bende onu ziyaret etmek iyi olduğunu gözlerimle görmek için geldim.
      Teyzelerim benim canlarım. Onlar her zaman bana ikinci annem oldular. Çocukluğumun gençliğimin en güzel anılarını onlarla birlikte yaşadım. Üzerimde hakları, emekleri çok fazla. Ailemiz hep kalabalık,  hep çok güzel oldu. Yedi kardeş birbirlerinden hiç ayrılmadılar ve  o yedi kardeşin eşleri çocukları şimdi torunları yani bizler acı tatlı her olayımızda bir araya gelerek hayatı paylaştık. Hepsini çok seviyorum. Biliyorum bu talihsiz kaza sonucunda ortaya çıkan bu kırık mutlaka iyileşecek. Canım teyzem yeniden ayağa kalkacak. Onlar o kadar azimli o kadar cefakar ve o kadar hayat dolular ki bir kırık onlar için hiç bir şey. Ancak bir şey daha biliyorum,  hayatı zorluklarla, çabalamakla geçmiş ilerlemiş yaşına rağmen hala her işini kendi yaparak evinde kimseye muhtaç olmadan yaşayan bu şahane kadına bir müddet için de olsa yatağa ve başkalarına bağımlı olmak çok zor gelecek. Dileğim bu zor günlerin bir an önce kolaylıkla atlatılması. Sara ablam yani benim büyük kuzenim hayata hep olumlu yönlerinden bakmayı başarabilen ender insanlardan biri. Sadece bu özelliği bile inanıyorum ki annesini çabucak ayağa kaldırmaya yetecek inşallah.
      Kahvaltıdan sonra annemle önce büyük teyzeme gitmeye sonra onu da alıp birlikte hasta teyzemi ziyaret etmeye karar verdik.
      Mediha teyzem tarafından kucaklanarak karşılandım. İnsanın özlendiğini, sevildiğini hissetmesi çok güzel bir duygu. Bende çok özlemiştim. Yeniden birlikte olabilmek harika. Biz kahvelerimizi içerken Mediha teyzemin kızı benim ikinci büyük kuzenim Tuğba ablamın geleceği haberini aldık. Artık hep beraber gidecektik. Annem fırsattan istifade öğle namazını kılarken mutfakta bir hareketlilik oldu bir de ne göreyim teyzeciğim peynirli cevizli erişte makarnası yapmamış mı. Ne zaman yaptı şaştım kaldım. Beceriklilik böyle bir şey işte. Benim biraz önceki tokluk kenara itildi bu mis gibi tereyağı kokan erişteden bir kaşık alındı tabi. Yok canım  yemek için değil ben diyetteyim aslında (duyunda inanmayın)vallahi teyzemin hatırına.


      Tuğba ablamın gelişinin ardından hep birlikte teyzemi ziyarete etmek için Sara ablamın evine geldik.Güzel teyzeciğim ferah aydınlık bir odada yatıyordu. İyileşebilmesi için bir müddet bu yatakta yatması gerekiyormuş. Sonra yürüyecek inşallah. Şimdi sadece günde bir kaç defa ayağa kaldırıp ayakta durmasını sağlamaya çalışıyorlar. Doğrusu buraya gelirken biraz endişeliydim fakat teyzeciğimin o gülümseyen yüzünü görünce endişelerim yok oldu. Yakın zamanda onu yine ayakta göreceğiz inşallah. Bana yine eski anılarını anlatacak ben de onları yazacağım.



       Neşe ve hayat dolu olan teyzelerim ve annem ayrılmaz üçlü. Her yere birlikte gider her işi birlikte yaparlar.  Allah' tan dileğim ömürlerinin bundan sonraki kısmında bu muhteşem kadınlar hiç ayrılmasınlar sağlıkla ve mutlulukla her zaman bizim yanımız da olsunlar. Bilgelikleri ve becerileriyle  biz çocuklarının yoluna ışık olmaya devam etsinler. İşte o güzel kadınlar,

      İşte onların kızları;


      Hasta ziyareti kısa olur diyerek  teyzeme şifalar dileyerek çok fazla oturmadan ayrıldık. Biz annemle Eskişehir'de yaşayan bir diğer akrabamız Esen hala ile buluşmak üzere bu güzel şehrin adıyla müsemma Bembeyaz bir mekanına doğru yol aldık.
      Sevgili halam tiyatro ve heykel sanatçısı aynı zamanda yazar Esen Leyla Esendal ile buluştuk. Sohbet ve muhabbet içinde geçen dakikalardan sonra yeğenim Ayşe 'de bize katıldı. Onu ne kadar çok özlemişim. Canım benim her gördüğümde biraz daha büyüyerek şaşırtıyor beni





      Sonrası tabi ki annemin evi  ve annemin yaptığı dolmalar. Söz diyete yarın başlayacağım ama annem de bir başka güzel yapıyor bunları canım.



      Kardeşim Mehmet ve yine onun sevgili eşi benim canım kardeşim Dilek'in de bize katılmasıyla yenilen akşam yemeği sonrası dönüş vakti geliverdi. En az bir haftalık akraba görüşmesini bir günde gerçekleştirdiğim için kardeşim beni kutladı. Hızıma yetişemiyormuş.



      İşte yeniden tren garındayım ancak bu sefer yolculuğum  Ankara'ya.  Teyzem için duyduğum endişelerim azalmış, akrabalarımla birlikte dolu dolu bir gün geçirmiş olmaktan mutlu yuvama dönmek için trene binerken sizleri birkaç Eskişehir fotoğrafı ile baş başa bırakmak istiyorum.  Her gelişimde küçücük bir Anadolu şehrinin biraz vizyon, biraz gayret biraz da emekle nasıl her gün binlerce turisti ağırlayan bir dünya şehrine dönüştüğünü gururla seyrediyorum. Beni bu şehre bağlayan çok sevgili akrabalarımın olmasından onlarla ilişkilerimin hep sıcacık olmasından çok memnun, en kısa zamanda tekrar gelmeyi dileyerek evime gidiyorum.














MUCİZE

      Henüz çocuktum. Mahallede çocukların bir türlü ismimi söyleyemeyip bana “ Esira” diye seslendikleri zamanlardı. Çok kızıyordum onlara defalarca düzeltmeme üstüne basa basa hatta heceleyerek benim adım “ ESRA” benim adım “ ES-RA “ diye söylememe rağmen onlar inatla galiba biraz da beni kızdırmak için Esira demeye devam ediyorlardı.
      Sokaklarının çocukluk mekânımız olduğu Kütahya’nın Sultanbağı mahallesindeki ahşap evimiz benim cennetimdi. Bahçesini bahçesinde içinde kırmızı balıkların yüzdüğü şadırvanımızı ve tabi annemi, babamı, babaannemi çok seviyordum. Biz babaannemle ikimiz alt katta aynı odada kalırdık. Gece olmasını neredeyse sabırsızlıkla bekler yatma vakti gelsinde annemle babam odalarına çekilsinler diye gözlerinin içine bakardım. Çünkü onlar gittikten sonra babaannem yatsı namazını kılar benim yatağımın başucuna gelir eğer mevsim kışsa ikimiz birden yorganın içine sarılırız yazsa pencereyi açıp yatağının üstüne otururuz ve babaannem o doyumsuz masallarından birini anlatmaya başlardı. Bu gece alışkanlığı her ikimizin de sonsuz zevk aldığı anlardan biriydi. Babaannem içinde öyleydi biliyorum anlatırken adeta kendinden geçer, masalı yaşıyormuş gibi kahramanlarının yerine kendini koyarak, taklitlerini yaparak anlatır beni kimi zaman güldürür kimi zaman ağlatırdı. Masal bittiğinde yanağıma kondurduğu iki küçük buse ile başımı yastığıma koyar bana “ Allah rahatlık versin nur kızım” der kendi yatağına dönerdi bense rüyamda masallarla huzurlu bir uykunun kollarına bırakırdım kendimi.
      “ Kız Esira biliyon mu bugün senin gününmüş” dedi bir gün sokakta oynarken arkadaşım. Çok şaşırdım tabi. “Niye?” diye sormama rağmen arkadaşım sebebini bir türlü söylemedi belki kendiside bilmiyordu. İsmimden dolayı öyleymiş,  bugün benimmiş, annesi söylemiş bütün öğrenebildiğim bu oldu. Allah Allah nasıl benim günümmüş böyle? Doğum günüm değil, bayram filan da değil bildiğim kadarıyla. Babam öğlenleri eve yemeğe gelirdi. Onun geldiğini görür görmez koştum.
       “ Baba bugün benim günümmüş arkadaşım söyledi bu ne demek ?” diye sordum. Canım babacığım ince bıyıklarının altından sakince gülümsedi “ evet senin günün” dedi. Sonra elimi tuttu birlikte eve yürürken anlattı.
      “ Senini ismin Esra, Esra ne demek hiç düşündün mü?”
      “ IIIh “diye cevap verdim biraz utanarak. Babam elimi daha sıkı kavradı ve devam etti.
      “ Esra, sırlarla dolu bir gece yolculuğu demektir. Peygamber Efendimizde bir gece böyle sırlarla dolu muhteşem bir yolculuk yapmış. Gittiği yolun sonunda Allah’ a ulaşmış. İşte onun yaptığı bu yolculuğa Miraç deniyor. Miracın anlatıldığı Kuran suresinin adı ise İsra Suresi Yani Türkçe söylenişiyle Esra, bugün O kutsal yolculuğun yıldönümü. Yani Miraç Kandili işte bu nedenle arkadaşın sana öyle demiş, senin ismin bu yolculuğun anlatıldığı surenin adı olduğu için senin günün demiş. Sen bugün çokça dua et, hiç yaramazlık yapma anneni babaanneni üzme tamam mı?”
      Tamam, anlamında başımı salladım. Günün benim falan olmadığını sadece ismimin anlamından dolayı benimmiş gibi göründüğünü anlamıştım ama babamın kutsal yolculuk dediği bu yolculuk neydi çok merak etmiştim. Babacığımın bana bunu anlatacak vakti yoktu elbette yemeğini yiyip hemen işine dönmesi gerekiyordu. Annem ise bütün günü helva yapıp komşulara dağıtarak geçirdiğinden ona da soramazdım. Sabırsızlanarak yatma vaktini bekledim. Aksi gibi babaannemin namazı bu gece çok uzun sürdü. Gündüz de oruç tutmuştu zaten seccadenin üzerinden bir türlü kalkmıyor hep bir şeyler okuyup dua ediyordu. Bir ara ona baktığımı fark edince beni de yanına çağırdı. “ Gel otur yanıma bu gece kandil gecesi. Sana öğrettiğim duaları oku Allahtan kendine güzel bir gelecek dile bizlere de sağlık hadi bakayım nur kızım” dedi. Ellerimi açıp babaannemin bana ezberlettiği duaları öğrendiğim kadarıyla okudum ama aklım hep Miraç olayındaydı. Sonunda babaannem dualarını bitirdi işte o zaman hemen atıldım ve bana Peygamberimizin nasıl Miraca çıktığını anlatmasını istedim. Bütün yorgunluğuna rağmen beni kırmadı babaanneciğim. Yatağının üzerine oturdu elinde tespihi bir yandan çekerken bir yandan anlattı.
      “Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed s.a.v. bir gece yüceliğini daha iyi görebilsin diye Allah c.c. tarafından katına çağrıldı. Bunun için Allahu Teala Mescid-i Haram’ da yani peygamberimizin hali hazırda bulunduğu yer olan Mekke şehrinden Mescid-i Aksa’ ya yani Kudüs şehrine gitmesini istedi. Bunun için ona “Burak” adlı at biçiminde bir cennet varlığı gönderdi. Mekke ile Kudüs’ ün arası o kadar uzak ki öyle atla falan bir gecede gidilecek gibi değil yani ama bu Burak denilen kutsal at onu bir dakika içinde götürüverdi Kudüs’e. Peygamberimiz bir baktı ki Mescid-i Aksa da dikiliyor. Sonra melaikelerin en büyüğü Cebrail Aleyhisselam geldi heyecandan tir tir titreyen peygamberimizi aldı ve göğün yedi kat yukarısına götürdü. Her katta dünyaya daha önce gönderilmiş peygamberlerle karşılaştılar. Her peygamber ona hoş geldin dedi sonra meleklerin katına geldiler. Bütün melekler de ona hoş geldin dedi, en sonunda son kata geldiklerinde gökten Refref adlı döşek gibi bir başka binek indi. Cebrail Aleyhisselam  (Bundan sonra yalnızsın ben seninle gelemem benim iznim buraya kadar) dedi ve onu Refref’ e oturttu, kendisi kayboldu. Refref peygamberimizi doğruca Allahu telanın karşısına götürdü. Peygamberimiz orada Allah’la konuştu. Allah işte namaz kılmayı kullarına hediye olarak orada verdi. Kuran’ dan ayetler, bağışlamalar ve daha bir çok şey sonrada peygamberimiz yine Refref’ le Cebrail Aleyhisselamın yanına oradan da Kudüs’e, Kudüs’ ten de Burak ile Mekke’ ye döndü. Bütün bu hadise o kadar kısa bir zaman dilimi içinde oldu ki akılımızın alması mümkün değil. Çünkü Peygamberimiz döndüğünde gitmeden önce yattığı yatağın sıcaklığı bile soğumamıştı. İşte böyle benim güzel kızım bu bir mucize. Bu gece o mucizenin yıl dönümü. Onun için dua ediyor şükrediyoruz. Allahımızdan günahlarımız için af diliyoruz. Tıpkı peygamberimiz gibi bizi de yanına almasını diliyoruz. Anladın mı?”
      Büyülenmiş gibi neredeyse soluk almadan dinlemiştim babaannemi ne güzel anlatmıştı.
      “ Peki bana niye Esra adını koydunuz babaanne?”
      “Çünkü sen de bizim için bir mucizesin nurum. Annenin ve babanın yedi sene çocukları olmadı. Annen bu süre içinde tehlikeli bir ameliyat geçirdi. Doktorlar çocuğu olmaz diyorlardı. Annen ve baban o kadar çok dua edip bir evlat istediler ki, Allah dualarını kabul edip yedi sene sonra seni bize veriverdi. Mucize gibiydi. Baban da Allah’ a şükretmek için sana peygamberimizin yaşadığı bu muhteşem mucizenin anlatıldığı surenin adını vermek istedi. Kötü mü yapmış bak ne güzel bir ismin var hem sana da çok yakışıyor. Bak gör Esra ismin gibi mucizelerle dolu geçecek hayatın. Hayatın kendisi zaten bir mucize yaşayacak ve göreceksin inşallah.”
Babaannemin boynuna sarıldım onu öptüm gece rüyamda Miracı görmeyi dileyerek uykuya daldım. Ben uyurken Babaannem başımda dua ediyordu.

                                                                                                   Esra Gürel Şen – 13.04.2018



YOL

      Merhaba, bugün size İstanbul'dan yazıyorum. Gerçekten bu devirde insan kuş gibi, bir kaç gün önce Eskişehir'de teyzemi ziyaret ederken kandil günü Ankara'da Miraç'la ilgili çocukluk anılarımı hatırlıyordum bugün İstanbul'da kızlarımın yanındayım. İnsanın çocukları ile birlikte olması doyumsuz bir şey.



Benim iki kızım var. İsimleri Aliye Nur ve Zeynep. İkisi de okullarını bitirdiler ve İstanbul'da çalışmayı tercih ettiklerinden şimdi burada yaşıyorlar. Evleri Aydos ormanının eteklerinde büyük bir sitede. Yaşadıkları semtin karşısında bütün kalabalığı ile Sultanbeyli. Arada bir yol var. Bütün belediye otobüslerinin ve dolmuşların geçtiği geniş işlek bir yol.


Yolun bir tarafı etrafları duvarlarla çevrili  kapılarında güvenlik içeriye olur olmaz kimsenin sokulmadığı, havuzundan, spor tesislerine kadar her ihtiyacın site içinde karşılandığı  lüks evlerle  dolu karşı tarafı ise iki katlı üç katlı apartmanları ile küçük bir Anadolu şehrini andıran Sultanbeyli semti. Yolun iki tarafı arasında ki farklılık insana iki farklı dünya izlenimini yaratıyor. Belki de gerçekten öyle. Fakat sonuç olarak, yolun her iki tarafında da çalışmak ve daha iyi yaşamak için çırpınan hayatlar var. Zamanın bir getirisi olarak toplumda ki bu ayrışma insanı üzüyor haliyle.
         Eskiden biz zengini fakiri, mühendisi işçisi, doktoru hastası hepimiz aynı mahallelerde oturur aynı okullara gider aynı sokaklarda oynardık. Şimdi ki gibi çeşit çeşit özel okullar, özel hastaneler öyle dev gibi marketler ya da AVM' ler yoktu. İlkokula bütün komşu çocuklarıyla beraber evimize en yakın okulda başlar semtimizin lisesinde okur Üniversiteyi kazanırsak bütün mahallenin gururu olarak ya başka şehirlere yada şehrimizde kazandığımız okula sevinçle giderdik. Hastalanınca gideceğimiz yer belliydi ya mahallemizde ki doktor amca bakacaktı bize ya da yine onun gönderdiği devlet hastanesinde ki doktorlar. Market sokağımızda ki bakkal, AVM az ilerideki caddede sıralamış dükkanlardı. En kapsamlı alışveriş merkezi Sümerbank en şık kafe okulun köşesindeki pastaneydi.  Bu iyiydi çünkü böylece herkes birbirini tanır, birlikte yaşamayı öğrenir zorluklarla ya da hayatın getirdikleriyle birlikte mücadele ederdi. Oysa şimdi karşı karşı sokaklarda, birbirinden farklı hayatlarda, birbirimizden korkarak yaşıyoruz. Bu gettolaşma beni çok üzüyor. Bizim toplum yapımıza, geleneklerimize ve insanlığa bakışımıza aykırı gibi geliyor. Sanki buna izin vererek her şekilde yeniden ve yeniden defalarca bölünüyor ve ayrışıyoruz. Ancak yapacak bir şey yok, ne yazık ki herkes kendine benzeyenle yaşamak istiyor artık. Değişikliklere tolerans ve tahammül kalmadı. Üzülsek de, istemesek de özellikle büyük şehirlerde kimimiz kendini güvenlikli sitelere, yüksek kulelere hapsedip onun yaşadığı gibi bir hayatı istemeyen yada ulaşamayanlardan çekinerek  ve aynı apartmanda karşı dairelerde oturanları bile tanımadan devam edecek yoluna kimimiz o sitelerde ve kulelerdeki hayatın özentisinde kendi çabasını sürdürüp kendisi gibi olmayanlara diş bileyerek yaşayacak.





Hangisi diye soracak olursanız dostlar ben eskiyi tercih ediyorum. Bir caddenin ayırdığı karşı karşıya hayatlarda yaşamayı değil aynı sokağın içinde yan yana bir ekmeği bölüştüğümüz komşuluk ve dostluk içindeki hayatları istiyorum. Bunu yeniden sağlayabiliriz aslında, işe karşı komşumuzun kapısını çalarak ona evimizde hazırladığımız bir şeyi ikram ederek başlayabiliriz. Kim bilir belki bize ihtiyacı vardır.




ENGİNAR FESTİVALİ



      Enginarın festivali olur mu demeyin çünkü var. Nerede, derseniz?  İzmir,  Urla’da.
      Yıllardır çok methini duyduğum Urla ile iki yıl önce Seferihisar Sığacık tatilimiz sırasında tanışmış, denizine insanına, doğasına hayran olmuştum. Geçen yıl ise yetiştirdiği enginarları Türkiye’ye ve dünya’ya tanıtmak isteyen Urla’ lıların “Enginar Festivali” adı altında bir festival düzenlediklerini öğrenmiştim ancak biz sonbaharda orada olduğumuzdan Nisan ayının son haftası düzenlenen bu etkinliğe katılma şansım olmamıştı.  Bu sene Sığacık’ a 28 Nisan ‘da geldik. Hafta sonu tatiliyle bir Mayıs’ı birleştiren kızlarım da bizimle birlikte geldiler.  Eh fırsat bu fırsattır deyip geldiğimizin ertesi günü kızlarımla birlikte, hiç olmazsa sonundan yakalayalım deyip bavullarımızı açmadan festivale koşturduk.  İyi de öyle yapmışız kendimizi mis gibi bir havada güzel insanların ve tazecik enginarların arasında buluverdik.

Festival Urla’da sanat sokağı denilen bir sokağı da kapsayacak şekilde Urla’nın merkeze yakın sokaklarında düzenleniyor ve Cumhuriyet Meydanı denilen alanda son buluyor. Biz son gününde orada olduğumuzdan ilk günü düzenlenen eğlenceleri, yürüyüşleri göremedik ama sık sık kafelerde, sokaklara kurulan sahnelerde canlı müzik yapan gençlere rastladık onlarla söyleyip neşelendik.

     Daha önce televizyonda Mehmet Yaşin’in programında gördüğüm esnaf lokantasında oturup enginar yemekleri yedik. “ Kuzu etli enginar” ını özellikle tavsiye ediyorum. İlk defa yedim çok beğendim. Kızlarla evde kendimiz de denemeye karar verdik. Enginar dolması ve diğer zeytinyağlı enginar yemeklerine de diyecek yok doğrusu. Tadına baktığımız enginarlı dondurmayı da çok beğendik.





Festivalin kapanış telaşı sürerken yürüdüğümüz sokakların birinden neşeli müzik sesleri gelmeye başladı. Biz de yönümüzü o tarafa çevirdik. Festivale katılan satıcı, alıcı, ziyaretçi herkes birlikte söyleyip, birlikte oynayıp eğleniyorlardı. Artık sona gelindiğinde birden ve kendiliğinden İzmir Marşı söylenmeye başlandı. Büyük küçük herkes marşa coşkuyla katılırken Urla sokakları güzel marşın eşliğinde Atatürk sevgisiyle adeta doldu taştı. Bizim de içimiz gururla kabararak ellerimiz kollarımız enginarlarla dolu arabamıza yürüdük ve evimize Seferihisar’a yöneldik.
     Burada sizlerle Urla halkının yardımseverliğini paylaşmayı kendime bir görev olarak görüyorum. İzmir’in bu güzel insanları küçük ilçelerine gelen misafirlerine her konuda yardımcı olabilmek için çırpınıyorlar.
      Yetkililerin unutkanlığından diyelim festivale ait ya da otoparklara ilişkin herhangi bir tabelanın olmayışı, festival alanına giriş ve çıkış yönlerinin belirtilmemiş olması gelen binlerce ziyaretçiyi Urla’nın dar ara sokaklarında adet İlçe’nin sokakları,  doğal olarak dar, yolların bazıları festival nedeniyle kapalı.  İdarecilerin unutkana arabalarıyla dans ettirirken yetkililerin bu unutkanlıklarını Urla halkı çabaları ve konukseverlikleriyle defalarca affettirdiler.  Örneğin arabamızı park edecek yer bulamayıp dört döndüğümüz bir anda ortaya çıkan bir delikanlı bütün işini gücünü ve yanında ki arkadaşlarını bırakıp aracımıza bindi ve bizi kendi otomobilini park ettiği güvenli alana götürüp hatta kendi arabasını çekerek bizim park etmemizi sağladı. Kendisine çok teşekkür ettiğimiz ancak ismini sormayı unuttuğumuz delikanlı için, büyük kızım Aliye “ adı Hızır olmalı başkası olamaz “ derken sadece minnettarlığımızı ifade ediyordu. Aynı şekilde akşam dönerken Urla sokaklarında kaybolduğumuzda rastladığımız ve yol sorduğumuz herkesin bize yardım etmek için çırpınışları unutulacak izlenimler değil.
     Sonuç olarak biz Urla’yı ve halkını çok sevdik. Enginar Festivali tam adına yakışır bir şekilde enginarlarla dolu neşeli, eğlenceli bir festival. Eğer Ege’yi, Ege yemeklerini hele ki enginarı seviyorsanız kaçırmayın derim.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar