Dalgalar
Çarşamba
Prof. Dr. Ayşin Weight kapıdan hızla
çıktı, koşar adımlarla bahçeyi geçti arabasına bindi ve hemen çalıştırdı.
“Of, çok
geç kaldım misafirler çok geç gittiler yatamadım ki akşam, sabah da uyanamadım haliyle inşallah trafik
yoktur” diye söylenerek gaza bastı.
Hızlı ama yine de dikkatli kullanıyordu arabasını.
Kırk yedi
yaşında, esmer, orta boylu, şık giyimli kadın
Bilkent Üniversitesinde Fizik Profesörüydü. Diyarbakır’ lıydı ama Diyarbakır’ı hiç
görmemişti. Babası daha o doğmadan seneler önce Ankara’ya yerleşmiş, Ayşin ve kardeşi Ali burada doğmuşlardı. Kürt ve alevi asıllı bir aileydi onlar. Büyük şehir belediyesinde memur olan babası çocuklarını
bütün imkanlarını seferber ederek okutuyordu. Mutluydular, ancak bu mutlulukları uzun sürmedi. Ne yazık ki annesi, babası ve kardeşi
hayatlarını sarhoş bir sürücünün sebep olduğu kazada kaybettiler. O sırada üniversite öğrencisi olan Ayşin tesadüf
eseri yoktu arabada. Bu olaydan, elbette çok etkilenmiş hatta bir müddet
tedavi görmesi bile gerekmişti ama çalışma azminden hiçbir şey kaybetmedi.
Yaşadığı bu elim olay onu daha da hırslandırmış ve her zaman başarılı bir
öğrenci olan genç kız ODTÜ Fizik bölümünden bölüm birincisi olarak mezun olmuştu.
Başarısının getirdiği bir sonuç olarak kazandığı bursla Amerika’ya gitmiş bütün
akademik kariyerini orada yapmış ve bir Amerikalıyla Marcus Weight’ le evlenmişti. Bu evlilikten şu anda özel bir kolejde son
sınıfta okuyan kızları, Serra dünyaya
geldi. Bundan beş yıl önce yani Ayşin
profesör olduktan hemen sonra dış işlerinde görevli kocası, Amerika Birleşik
Devletleri’nin Türkiye elçiliğinde önemli bir göreve atandı. Artık Ankara’da yaşayacaklardı. Bunun üzerine Ayşin, başta ODTÜ olmak üzere
birçok üniversiteye başvurdu. En uygun
teklifi Bilkent Üniversitesinden alarak orada çalışmaya başladı, derslere
giriyor hocalık yapmaktan büyük zevk alıyordu. Hastalık derecesinde dakikti. Hiç
geç kalmaz, her zaman tam zamanında sınıfta olurdu. O gün hiç yapmadığı bir
şeyi yapmış ve evden on dakika geç çıkmıştı. Bu onun için kabul edilemez bir
durumdu. Neyse ki trafik korktuğu gibi yoğun değildi zamanında orada olabilecekti.
Okulun kapısına, güvenlik kulübelerinin oraya geldiğinde, her zamanki güvenlik görevlisini göremedi. Kulübe boş gözüküyordu hiç durmadan kapıdan
hızla geçti. Fakültenin oto parkında kendine ayrılan yere park ederken arkasından
hızla otoparka giren bir araba neredeyse başka bir araca çarpacaktı ama onlarla
ilgilenmeye vakti yoktu bakmadı bile. Koşar adımlarla odasına çıktı. Kapısını
açıp içeri girdi. Saatine baktı “ neyse daha üç dakikam var” diye düşündü.
Masasının ardına geçip koltuğuna oturdu. Biraz sonra öğrencilerine anlatacağı
“Dalgalar” konusunun ders notlarına uzandı.
Sınıfta
öğrenciler hocalarını beklerken bugün anlatacağı konu hakkında konuşup dalgaların
nasıl oluştuğu üzerine şakalar yapıp eğleniyor, durgun suya atılan bir taşın birbirini izleyen ve
ancak bir yere çarpınca bozulan dalgaları oluşturmasını konuşup onların deyimiyle geyiğini yapıyorlardı.
Hakan”
Mesela bizim Ozan’ı attığımızda oluşacak dalgayla, Dila’yı attığımızda oluşacak
dalga bir olmaz. Ozan’ı atarsak tsunami oluşur. Dila’ da su kımıldamaz bile “ deyip kilolu arkadaşı Ozan’la dalga geçti.
Kürşat”
Lan oğlum sen onu bırakta Ayşin hoca geç mi kaldı benim saatim mi ileri?”
“Gerçekten ya nerde bu kadın? Geç kaldı
oğlum.” Dedi Hakan
“Aaaa bu tarihi
bir olaaay dimiii?” diye yeni moda yaya yaya konuştu Merve. ”Hiç böyle bir şey
olmamıştı yaa”
“Öldü mü
lan yoksa, valla vizelerde gümbürder, ne
iyi olur ha ha ha” diye güldü Kürşat
“Ay ölmez
o sevimsiz, kötülere bir şey olmaz” dedi Merve
“ Ne o
hani pek yılışıyodun ( hocam ne kadar bilgilisiniz İngilizceniz çok düzgün sizi
çok net anlayabiliyorum) filan diye geçen hafta “kadın yüz vermeyince sevimsiz
mi oldu ha?” diye kızı bozdu Hakan.
Kürşat “Çocuklar iyi hoşta neredeyse yirmi dakika
geçti. Ben gidip odasına bir bakayım gelmediyse hiç olmazsa beklemez gideriz
oğlum.” Dedi.
“ O
gelmezse Halit hoca gelir ya bırakmazlar bizi”
“ Ben
yine de gidip bakacağım” deyip sınıftan çıktı Kürşat. Hocanın odası üst
kattaydı. Merdivenleri hızla çıktı öğretim görevlilerine ayrılan koridora girdi.
Üzerinde Prof. Dr. Ayşin Tekeli Weight yazan kapıyı tıklatmak üzereydi ki kapının
aralık olduğunu fark etti. Yine de kapıya vurdu ve yavaşça itti.
Delikanlı
içeriye girdiği anda gördüğü manzara karşısında dondu kaldı. Hocaları koltuğunda, kalbinin üzerinde
kocaman kırmızı bir leke, gözleri tavana sabitlenmiş, ağzı açık, başı geriye doğru kaykılmış halde duruyordu.
Ölmüştü.
Üç gün önce –Pazar
O gün
Marcus’ un elçilikte işi vardı. Ayşin kızının ısrarı ile bilim dergisine
yazdığı makaleyi yarım bırakarak yakınlarındaki alışveriş merkezine gitmeye
razı oldu. Birlikte gittikleri her
alışverişte olduğu gibi kısa süre sonra tartışmaya başladılar. Kılık kıyafet
konusunda hiç anlaşamazlardı. Ayşin ne kadar klasik ve sade ise kızı o kadar
modern ve süslüydü. Yine yırtık bir bluejean yüzünden tartışmaya başladılar.
Sinirle mağazadan çıkan Serra elini kolunu sallayarak abartılı hareketlerle
annesine bu pantolonu almak istediğini söylüyor Ayşin’de tüm gücüyle karşı
koyuyordu. Bu kavgalar her zaman
Ayşin’in zaferiyle sonuçlanır. Serra annesine küser ve bütün tatları kaçmış
olarak eve dönerlerdi ama sonra Serra babasını kandırır ve istediğini alırdı.
Aynı alışveriş
merkezinde kocasıyla bir cafede oturmakta olan Naciye Hanım Ayşin Weight’in
aynı sitede karşı evde oturan komşusuydu.
Bir taraftan önündeki pastayı yiyor bir taraftan da etrafı seyrediyordu
ki onları gördü. Her zaman yaptığı gibi, yani sanki karşısındaki sağırmış gibi
yüksek sesle konuşarak “ Aa! Şu bizim Amerikalı profesör değil mi? Ah yine kızıyla kavga ediyor. Şunlara bak
Ahmet çarşının ortasında bağıra çağıra ayıp vallahi”
Karısının
çenesinden muzdarip Ahmet Bey sadece başını sallamakla yetindi. Nasılsa
susmayacaktı. Nitekim Naciye Hanım iştahla devam etti.
“Biliyor rmusun
ben bunlardan şüpheleniyorum. Bir tuhaflar ayol, kimseyle görüşmüyorlar. Biz
sitede o kadar gün yapıyoruz yemekler veriyoruz hiç birine katılmıyorlar. Hanımefendi
bilim kadınıymış kocası Amerikalıymış. Ay sevsinler. Ben biliyorum onların ne
haltlar karıştırdıklarını.”
“Ne
karıştırıyorlarmış Naciye saçmalama” diyecek oldu Ahmet bey. Karısı hırsla
atıldı.
“Sen bilmiyorsun.
Sabah çıkıp gidiyorsun evden akşam dönüyorsun, ben görüyorum. Her gün kocaman
simsiyah bir araba geliyor evlerine. Bunun kocası binip gidiyor elinde böyle
uzun, siyah bir çanta. Ne taşınır o çantayla? Ajan bunu kocası ajan böyle kara
gözlükler falan. Adam sinsice giriyor eve sinsice çıkıyor.”
“Hanım,
yapma Allah’ını seversen. Adam Amerikalı üstelik elçilikte görevli” diye itiraz
etti Ahmet bey ama;
“Daha iyi
ya “ dedi Naciye ” kimbilir aleyhimize neler yapıyor. Geçen gün bunların evine
gündüz vakti iki üç adam geldi aynı bunun kocası gibi giyinmişlerdi. Bir saat
kadar kalıp gittiler. Giderken de kapıda adama bir şey verdiler, telefon gibi
bir şey. Akşamına Amerika bizim hükümete PKK ile anlaş dedi. Kesin bunun
alakası var.”
“Pes
vallahi hanım sen roman yaz ya, çok para kazanırız vallahi. Hadi hadi kalk daha
markete uğrayacağız vakit geç oldu.” diye payladı karısını Ahmet bey.
Sandalyesini itip ayağa kalktı.
“Sen
dalganı geç bakalım Ahmet Bey görücez” dedi Naciye sitemle oturduğu yerden
kalkarken.
Onların
bulunduğu yerin hemen arkasındaki masada kahve içen, yeni yetme gazete muhabiri
Ercan buraya sevgilisi Hande’ye doğum günü hediyesi almaya gelmişti. Zor
beğenir Hande’ye hediye aramaktan yorulmuş bu cafe de bir kahve molası vermiş
ve konuşulanlara istemeden kulak misafiri olmuştu. Önce sıkılmıştı ama sonra
konuşmalar dikkatini çekmiş kulak kesilmişti. Yerel bir gazetede yeni işe
başlamış olan genç muhabirin, yerinde kalıcı olabilmesi için iyi bir çıkışa
ihtiyacı vardı. Hesabı ödeyip kalktı. Yüksek sesle konuşan kadının işaret
ettiği anne kızı o da görmüştü.
“İnşallah
gitmemişlerdir” diyerek alışveriş
merkezinin içinde aramaya başladı. Tam ümidini kesmişti ki onları marketten
ellerinde poşetlerle çıkarken gördü. Hande’nin hediyesini almayı başka zamana
bırakıp anne kızın peşine takıldı. Otoparktan itibaren onları takip ederek
evlerine kadar geldi. Anne kız içeri girdikten sonra arabasından indi
çaktırmadan evi incelemeye başladı. “Kadın haklı mı ne?” diye düşündü. Bütün
perdeler kapalı gibiydi. Hele üst katta bir oda vardı ki siyah perdelerle
kaplıydı. Hemen telefonunu çıkarıp evin birkaç fotoğrafını çekti “artık
gitmeliyim saat beş oluyor arabayı Samet’e vermem lazım” diye düşündü. Telefon
şirketinde çalışan arkadaşı Samet bu arabayı yeni almış daha üzerine bile
geçirmemişti. O gün onun ricasını kıramamış akşam saat beşte geri getirmesi
şartıyla vermişti. Tam gitmek üzere arabaya binmişti ki alışveriş merkezindeki
kadının bahsettiği siyah büyük araba sokağa girdi, evin önünde durdu.
“ Vay canına
arabaya bak” dedi kendi kendine muhabir Ercan
Arabanın
arka kapısı açıldı, içinden gözünde kara gözlüklerle uzun boylu bir adam indi.
Bagajdan uzun siyah bir çanta çıkardı eliyle şoföre selam verdi, hızlı
adımlarla bahçeyi geçip anahtarla kapıyı açtı eve girdi.
Daha
sonra araştırmak ve buradan bir hikaye çıkarabilmek amacıyla hızla fotoğraflar
çekti Ercan. Heyecanlanmıştı. Kimseye fark ettirmediğini sanıyordu ama arabanın
şoförü onu görmüştü.
Şoför
Isaac Hamilton patronunun evinin fotoğraflarını çeken adamı görünce çok
rahatsız oldu. İnip hemen müdahale etmeyi düşündü ama geçen ay katıldıkları “Yurt dışındaki Amerikan Vatandaşlarının Güvenliği”
konulu eğitimde eğitmenin söylediklerini hatırladı. Olağandışı bir durumla
karşılaşırlarsa kendi başlarına hareket etmeyip hemen üstlerine haber vermelerini
söylemişti eğitmen. Telefonuna sarıldı ve elçilikteki güvenlik şefini aradı.
Şef ona orada biraz oyalanmasını ve adamın ne yaptığına iyice dikkat etmesini
istedi. Isaac’ de birkaç fotoğraf çekti.
Yabancı adamın bu evle ilgilendiğinden kesinlikle emin oldu. Çektiği
fotoğrafları şefe mail attı.
Şef, Muhabir Ercan’ın ve arabasının fotoğraflarını
ellerindeki veri tabanında araştırdı. Bir sonuca ulaşamadı ama olayı es geçmek
olmazdı. Sonuçta burası bir Orta doğu ülkesiydi. Her şey olabilirdi. Şef Bill
Johnson’un yurt dışındaki ilk göreviydi bu. Tecrübesiz denecek kadar gençti. Müslümanlara karsı paranoyaklık derecesinde
bir önyargıya sahipti. Öyle ki burada bulunduğu üç ay içinde hiç yalnız başına elçilik
dışına çıkmamıştı. Her köşe başında kendisini kesecek eli palalı bir Müslümanın
korkusuyla yaşıyordu.
İlk buraya
geldiğinde kendisini tanıştırdıkları CIA ‘in Türkiye bürosu elemanlarından Sam
Nelson’u aradı olayı ona birazda önyargısının etkisiyle abartarak anlattı
CIA Türkiye
bürosu elemanlarından Sam Nelson elli yaşlarında hep yurt dışında olmaktan
bıkmış bir adamdı. Ailesi Amerika’daydı onları çok özlemişti ama yakın zamanda
yanlarına gidemeyecek olması canını sıkıyor, O’ da hasretini içerek gidermeye
çalışıyordu. Güvenlik şefinin
anlattıklarını dinlerken elindeki viski bardağının son damlasını yudumladı.
“ Fotoğrafları
bana gönder bir bakalım dedi” telefonu kapattı ve kendisine yeni bir bardak
viski daha doldurdu.
Fotoğraflardaki
adamdan bir şey çıkmadı ama araba daha önce Urfa’da kullanılmıştı üstelikte
kullanan, örgüte yakınlığıyla tanınan bir iş adamıydı. Biraz daha araştırınca
bu iş adamının Ankara’da da çeşitli Kürt milletvekilleri, Kürt asıllı
sanatçılar ve bilim adamlarıyla parasal ilişkileri olduğunu saptadı.
Evi
gözetlenen elçilik görevlisi Marcus Weight’in karısı hem Amerikan, hem Türk
vatandaşıydı ama Kürt asıllıydı bunu biliyorlardı zaten üstelik kadın
profesördü. Oldukça varlıklı bir aileydi. Bu bağlantıyı kurar kurmaz Türk
istihbarat teşkilatı MİT’ te görevli arkadaşı Ayfer Durmaz’ı aradı ve akşam buluşmalarını
istedi.
Ayfer
Durmaz MIT’ te uzun yıllardır
çalışıyordu. Amerika’da eğitim görmüş bu sırada Sam Nelson ile tanışmış o zamandan
beri arkadaş olarak kalmışlardı. Birbirlerine güvenirler, karşılıklı
paslaşırlar, gerektiğinde birbirlerini zor durumlardan kurtarırlardı. Epeydir
görüşmemişlerdi bu kadar acil buluşma talep ettiğine göre önemli bir şey
olmalıydı. Akşam Tunalı Hilmi caddesinde eski ama yemekleri meşhur bir
restoranda buluştular. Sam durumu özetledikten sonra;
“Olayı
araştırdım Profesörün başı dertte olabilir. Bu adamların hiç şakaları yoktur “
dedi
Ayfer “
Bu kadından ne isteyebilirler ki. Öyle
meşhur bir bilim adamı ay aman bilim kadını filan değil öyle değil mi?” dedi
“Öyle ama
dedim ya bu adamların bütün derdi para onlarda da fazlasıyla var bunun için her
şeyi yapabilirler sonuçta söz konusu olan bir Amerikan vatandaşı ve ailesi. Şuna
birde sen el at Ayfer. Öğrendiklerini tekrar tartışırız ne dersin?”
Sam’e hayır
demezdi Ayfer “tamam bir bakalım, ne
bulacağız” dedi.
İki gün önce –Pazartesi
Ayfer en güzel
kırmızı elbisesini giymiş boynuna yeşilli sarılı bir fular bağlamış olarak
bütün cazibesiyle büroya geldi. Önce odasına çıktı yoldan aldığı Ankara
simitlerini çekmecesinden çıkardığı porselen tabağa koydu. Çay ocağına
telefonla “Şehmuz müdürümün odasına iki çay deyip” müdürün odasına gitti.
Başını kapıdan uzatıp Kürtçe “ben geldiiim” dedi işveyle
Şehmuz
Koç MIT’ te küçük bir müdürlükte görevliydi ama özellikle Türkiye, PKK ilişkilerinde köprü vazifesi gören iki
tarafça da kıymetli bir adamdı. Ayfer’i daha doğrusu güzel kadınları severdi.
Onu görünce yüzü güldü. Simitleri görünce daha da memnun oldu.
“Kahvaltı etmiştim ama güzel elinden gelende
geri çevrilmezmiş değil mi aşkım, gel
bakalım” diye içeri aldı onu. Yanağından aldığı kocaman ıslak bir öpücükle
Ayfer’in midesini kaldırsa da belli etmedi kadın.
Sam
Nelson’un adını vermeden duyduklarını anlattı. Kürt teröristlerin mutemedi, Urfa’ lı işadamından ve onun Ankara’daki
tahsildarlarından söz etti. Şehmuz onları iyi biliyordu. Yaptıkları bütün
tahsilattan da haberi olurdu hatta bu işten avantası da vardı ama tabi bunu
Ayfer’ e söylemezdi fakat Ayfer bunu zaten biliyordu. O da onun bildiğini
biliyordu.
“Böyle
bir şeyden haberim yok. Bunlar Amerikalılara pek yaklaşmazlar ama eğer
yaptılarsa aptallık etmişler demektir. Dimyata pirince giderken evdeki
bulgurdan olacak salaklar” dedi. Kafası karışmış, birazda sinirlenmişti. Hırsla
simitten koca bir ısırık koparırken kendinden habersiz tahsilat yapmaya
kalkanın başını koparıyor gibiydi.
“Tamam
güzelim, sen merak etme iş bende yalnız şimdilik kimseye bahsetme ben bir
bakayım sana haber veririm” dedi
“Bende
bunun için sana geldim müdürüm. Rapor
etmeden önce senden haber beklerim” dedi işveli işveli gülümseyerek Ayfer.
Adamın yanağına bu sefer o bir öpücük kondurdu arkasını döndü çaktırmadan
dudaklarını silerek çıktı. Kapının önünde oksijensiz kalmış gibi derin bir
nefes aldı odasına gitti.
Şehmuz
Koç, Ayfer’ in kapıyı kapatmasını
bekledi, masasının çekmecelerinden birini açtı içindeki telefonlardan birini
aldı ve bir numarayı aradı. Karşı taraftaki adama Kürtçe;
“Benden
habersiz paramı topluyorsunuz lan mahvederim hepinizi “ diye bağırdı.
Telefonun
diğer ucundaki Muhbir Mahmut şaşırdı. “ Yok abi, ne tahsilatı ben bilmiyorum bir şey” diye
sızlansa da Şehmuz’a anlatması imkansızdı.
“ Hemen
bana bunun ne olduğunu öğreneceksin diye kükreyip fazla ayrıntıya girmeden
Amerikalıdan ve profesör karısından söz etti
Şehmuz. ” Ne istediniz, ne alacaksınız hepsinden haberim olacak lan beni
aptal mı sandınız. Benim haberim olmayacak mı sandınız. Bensiz bu şehirde
hiçbir bok yapamazsınız anladın mı Maamut.” Adam çaresizlikle “ Hiçbir şeyden haberi olmadığını” tekrarlayıp
duruyordu. Bunun üzerine “ Bilmiyorsan
öğren ve bana bildir” deyip telefonu adamın yüzüne kapattı.
Telefonu
kapadıktan sonra şaşkın şaşkın makineye bakan Mahmut bir müddet düşündü, aslında istemese de kime gitmesi gerektiğini
biliyordu.
O gün
öğleden sonra ikindiye doğru Sincan Fatih Devlet Hastanesine gitti. Kulak Burun
Boğaz Polikiliniğinden bir randevu aldı ve bekleyip en son hasta olarak
muayeneye girdi. Onu gören doktor Muammer Karadağ hemşireyi başka bir hastanın
sonuçları için Laboratuvara gönderdi.
“Niye
geldin? Sana buraya gelme demedim mi kaç defa” diye Mahmut’a çıkıştı.
Mahmut
“durum acil doktor” dedi ve Amerikalılardan söz etti, tabii Şehmuz’dan hiç
bahsetmedi. Böyle bir şeyi ilk defa duyuyordu Doktor Muammer ama belli etmek
istemedi.
“Ne olmuş
yani, davaya bağış normal bir şey. Bağış
istenmiştir ne var bunda. Hem liderlimiz parasal ihtiyaçtan bahsetmiş geçen
ziyarette onun için tahsilatı artırmışlardır. Normal, yok bunda bir şey” dedi
ancak Mahmut bir cevap almadan gideceğe benzemiyordu.
“ Bana
bak doktor, bu neyin nesi bilmem gerek.
Bu kadından para istenmiş mi istenmemiş mi? Bilmem lazım. Ben de önderliğe
rapor vereceğim anladın mı? Bu şaka değil” dedi. Önderlikten bahsetmese
doktorun onu ciddiye almayacağını biliyordu.
“Tamam,
tamam anladım” dedi doktor bu çıkış karşısında çekinerek. “Şimdi sen git. Araştırmam lazım öğrenince seni bulurum ama
bir daha buraya gelme çok tehlikeli. Ben seni bulurum, zaten başhekim benden
şüpheleniyor.” deyip Mahmut’u başından gönderdi.
Olabildiğince
çabuk işlerini toparladı, odaya yeni gelen hemşiresine iyi akşamlar bile
demeden çıktı, arabasına bindi ve yol üstündeki ilk alışveriş merkezinin
otoparkına park etti. Yakındaki duraktan
gelen ilk otobüse bindi. İki araç daha değiştirerek Mamak ‘ta bir gecekonduya
kadar geldi. Kapıyı şifreli bir biçimde çaldı, kapı açıldı içeriye girdi.
Gecekondunun iki odasından büyük olanında oturan yüzünü poşu ile sarmış adama
durumdan bahsetti, ne yapması gerektiğini bilemediğinden ona geldiğini söyledi.
“Adam
tamam iyi yaptın mutlaka istenmiştir yoksa bu tantana niye çıksın. ama yine de
sen karışma kimseye de bilgi falan verme Önderlik ile ben konuşurum bundan sonrasını
biz hallederiz dedi” ve doktoru geldiği gibi eli boş gönderdi.
Doktor
çıktıktan sonra poşusunu açtı adam yan odadaki kadına seslendi;
“Fatma buraya gel “
Fatma
geldi, durumu ona anlatırken bir sigara yaktı “ bilgisayardan bu haftaki
tahsilat listesine gir bak bakayım kadının adı var mı? Hatırlamıyorum ama iş bu kadar ciddileştiğine
göre mutlaka olması lazım herhalde gözden kaçırdım” dedi. Tuvalete gitmek üzere
odadan çıktı.
Fatma
bilgisayarın başına geçti listeyi taradı Ayşin diye birinin adı yoktu. Her
hafta Urfa’dan kargoyla bir liste geliyor elden gelen bu listeyi Fatma bilgisayardaki
şifreli dosyaya işliyor kargoyu hemen imha ediyordu. Sonra tahsilat yapacak olan saha elemanlarına
şifreli mailler gidiyor ya da elden bildiriliyordu. “Eyvah” dedi kendi kendine bu ismi atlamış
olmalıydı, eğer poşulu bunu öğrenirse affetmezdi. Korkuyla listede araya bir
yere aceleyle Ayşin Weight adını yazıverdi. Karşılığına da 50 000 000 diye bir
rakam koydu. Korkuyordu “anlamaz umarım “diye geçirdi içinden
Poşulu adam listede Ayşin’in adını görünce
rahatladı. “Amerikalı mamerikalı beni bağlamaz bu listede var mı yok mu ben ona
bakarım” dedi Fatma’ya.
“Memo
akşam mı gelecek?” diye sordu tekrar.
“Evet “
dedi Fatma bu işten sıyırmanın verdiği rahatlıkla, yarım bıraktığı işine dönmek
üzere yan odaya geçti.
Saha elemanı Memo akşam gecekonduya geldi.
Kendine verilen isimleri arar bulur ve söylenen parayı isterdi. Vermezlerse
haber verir emre göre hareket ederdi. Poşulu adam Ayşin’in adını verdi Memo’ ya
“Parayı al, vermezse gereğini yap. Bu iş önemli ağzına yüzüne bulaştırma
göreyim seni” dedi.
Bir gün önce- Salı
Memo o gün
biraz geç uyandı, yataktan kalkmak canı istemedi. Ağır ağır giyindi mutfağa gitti, karısı hala
uyuyordu. Su içti, ağzına masada duran ekmekten bir lokma attı çiğneye çiğneye
evden çıktı. “Ne sıkıcı iş, şu kadını bulmam lazım, profesörmüymüş neymiş” diye düşündü. “He he”
diye sırıttı ” ne bok olursa olsun bana sökmez zaten beni gördüler mi hemen paracıkları
verirler, ödleri kopar benden” diye şişindi. Evinin bulunduğu yokuştan eski model
arabası ile hızla indi.
Kadının
telefonuna ulaşması öğleden sonrayı buldu. Telefon şirketindeki adamları Samet o
gün yarım gün izin almıştı, yeni aldığı arabasının resmi işlemlerini
yaptıracaktı, gelmesi öğleden sonrayı buldu. Bu işleri gönülsüzce yapıyor Memo’
ya da çok ters davranıyordu.
“Bir gün
senin sıranda gelecek meymenetsiz “dedi içinden Memo. Telefonu aldıktan sonra Samet’in
yanından ayrıldı. Kadını hemen aramadı önce arabasına atlayıp sessiz bir yere
gitti, kenara çekti, bekledi. Sonra adeta zevk alarak numaraları çevirdi, bir
kere çaldı, bir kere daha ve telefon birden meşgule düştü. Çok şaşırdı Memo. O arıyordu nasıl açmazdı? Tekrar aradı bu
sefer ulaşılamıyordu. Yoksa bu kadın numarasını biliyordu da mahsus mu
yapıyordu. Pek ince düşünemezdi Memo belki beş kere daha arka arkaya aradı iyice
kızmıştı. Kadına bir türlü ulaşamıyordu. Tam tekrar arayacaktı ki telefon
çalmaya başladı. Oydu. Korktu tabii diye düşündü gülümseyerek açtı telefonu.
İnce bir kadın sesi;
“Bu
numaradan beni aradınız kusura bakmayın dersteydim açamadım, buyrun ben Ayşin
Weight” dedi
Memo her zaman
ki sert ses tonuyla alışık olduğu şekilde
“Bir
tahsilat var 50 000 000 te le yarın nereye gelip alayım?” dedi Telefonda bir
sessizlik oldu sonra,
“Sanırım bir
yanlışlık oldu. Aradığınız ben değilim iyi günler” deyip telefonu kapatıverdi
kadın.
Memo’nun
şaşkınlığı kısa sürdü tekrar aradı
“Bana bak
hanım sen bilemedin herhalde. Tahsilat diyorum, yarın diyorum. Sen bizi
tanıyorsun şakamız yok ” dedi
Karşıdaki
kadın;
“Beyefendi
yanlış arıyorsunuz. Ben sizi tanımıyorum,
ne dediğinizi de anlamıyorum. Lütfen artık beni rahatsız etmeyin” dedi ve telefonu çat diye tekrar kapatıverdi.
Ondan sonrada ne kadar aradıysa bir daha ulaşamadı Memo kadına, telefon hep
kapalıydı. Ne yapması gerektiğini düşündü. Poşulu adamı aradı Fatma çıktı
telefona, adamın önemli bir toplantı yaptığını şimdi onunla görüşemeyeceğini
söyledi. “Hem dün sana gerekeni yap demedimi sende öyle yap” dedi Fatma onu
azarlayarak. Memo uzun uzun düşündü. Gereken yapılacaktı sonunda karar verdi.
Madem poşulu öyle demişti oda vazifesini yapacaktı. Telefon şirketindeki
Samet’i tekrar aradı. İsteksizce de olsa kadının adresini aldı Samet’ten. Evine
gitti, gizlenip bekledi. Kadını gördü kaçta giriyor kaçta çıkıyor öğrendi bütün
gün evi izledi akşam misafirleri vardı ev kalabalıktı. Nasıl yapacağına karar
verdi.
O gün-Çarşamba
Sabah
erkenden arabasıyla kadının evinin önüne pusuya yatmıştı Memo. Kadının koşarak evden çıktığını arabasına
bindiğini gördü. Arabayla takip etmeye başladı. Amma da hızlı kullanıyordu
kadın yahu. Bilkent’e geldiklerinde güvenlikçiden çekindi, şimdi kimlik
soracaktı bunu hiç hesaplamıştı.” Hay Allah” dedi” ne olacak şimdi? Tam
hazırlanmışken, iş yarım mı kalacak?” ama kulübede kimse gözükmüyordu.
Güvenlik
Görevlisi Rıza aslında oradaydı ama yeni aldığı telefonunu elinden düşürmüş “inşallah
bozulmamıştır” diye dua ederek yere çömelmiş onu topluyordu. Kulübenin önünden
alışılmadık bir hızla geçen iki arabayı bu yüzden göremedi doğrulduğunda arabalar
çoktan Fizik Mühendisliği Fakültesinin otoparkına varmışlardı.
Memo, Ayşin’ in arkasından aynı hızla otoparka
dalarken neredeyse park halindeki başka bir araca çarpıyordu.“Hop hop hop, ucuz yırttık lan az kalsın vurup bir çuval
inciri berbat edecektik” diye kendi kendine söylendi. Aceleyle park edip koşa koşa okula giren
kadının arkasından O’ da okula girdi. Merdivenleri çıkıp kadının odasını
bulması zor olmadı. Yer bulmakta üstüne yoktu, bu onun işiydi. İçeri girdiğinde
kadın masasında oturuyordu. Şaşkın şaşkın yüzüne baktı Ucu susturuculu tabancasını
çıkarıp kadına doğrulttu Memo. Zafer
kazanmış bir ifadeyle
“Şimdi tanıdın
mı bizi kahpe?” dedi ve tetiği çekiverdi sadece bir kez. Kadın geriye doğru savruldu ve öyle kaldı.
Sonraki Günler
Cinayeti
kimin işlediği resmi olarak hiç bilinemedi. Ogün okulun kameralarında bakım
olduğundan hiçbir görüntü yoktu kimse bir şey görmemişti ve olayı kimse
üstlenmedi. Siyasi bir olay olduğu şüphesi üzerinde çok duruldu ama sonuç
alınamadı. Olay faili meçhuller arasına yeni bir isim olarak eklendi kaldı.
Marcus
Weight ve kızı Serra bu olaydan sonra Türkiye’ yi terk ettiler, Amerika’ ya
döndüler. Marcus gözlerinden ameliyat oldu. Işığa karşı aşırı hassasiyeti gitti
ve bir daha hiç siyah gözlük takmadı. Bir daha Türkiye’ye gelmediler. Klarnet
çalmayı iyice ilerletti. Hatta bir grupla birlikte bir barda çalmaya bile
başladı. Klarnetini taşıdığı siyah uzun çanta elinden hiç düşmedi.
Muhabir
Ercan bu olaydan hiçbir şey elde edemedi üstelik hediye almadığı için sevgilisi
Hande’den fırça yedi. Zaten kısa bir süre sonra da ayrıldılar.
Amerikalı
Şoför Isaac başka bir yetkilinin şoförü oldu.
Güvenlik
şefi daha fazla dayanamayacağını anlayarak istifa etti ve memleketine döndü.
Orada evlendi
CIA
görevlisi Sam Nelson bu olaydaki beceriksizliğinden, olaydan üstlerini haberdar etmemiş olmasından
ve bir Amerikan vatandaşının ölümüne izin vermiş olmaktan dolayı açığa alınıp
soruşturmaya tabi tutuldu az bir ceza alarak kurtuldu. Böylece dönüp ailesine
kavuştu.
Ayfer Durmaz
ve Şehmuz Koç MİT’ teki görevlerine
aynen devam ettiler.
Mahmut
‘un muhbirliği ortaya çıktı. Bir daha kendinden haber alınamadı örgütçe infaz
edildiği yolunda şüpheler var.
Doktor
Diyarbakır’ a tayin istedi ancak henüz tayini gelmedi, bekliyor.
Poşulu
ile Fatma dağa geri döndüler. Memo bu olaydan sonra bir daha ortalıkta
görünmedi onun da Mahmut’la aynı akibeti paylaşmış olması mümkün.
Ayşin’ in
öğrencileri yerine gelen hocalarından hiç memnun olmadılar ama sonuçta hepsi
mezun olup hayatın içine dağıldılar.
Komşu
Naciye Hanım ve kocası Ahmet Bey‘ e gelince evlerinde oturmaya devam ettiler.
Hatta Naciye Hanım, geçen gün gelen misafirlerine, bağıra çağıra “karşı evi Amerikalılardan sonra alanların ne
garip insanlar olduklarını, eve gelenin gidenin belli olmadığını, adamın mafya
olmasından şüphelendiğini” anlatıyordu.
Esra Gürel Şen
Yorumlar
Yorum Gönder