Merhaba, 
         Ben Esra Gürel Şen, sayfama hoş geldiniz. Yazdığım öyküleri kimi zaman şiirleri, beğendiğim ya da kendi çektiğim fotoğrafları zaman zaman anılarımı buradan sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım ilginizi çekecek şeyler bulabilirim. 



ANKARA ANILARI

Ankara Kalesinde Kütahya İzleri

            Ben aslen Kütahya' lıyım. Orada doğdum orada büyüdüm öyle ki üniversiteyi bile orada okudum ta ki eşim Murat Şen ile karşılaşıncaya kadar.  Aşk galip geldi evlendim ve Ankara'ya gelin geldim. Bu geliş benim kalbimde yeni bir sevdaya yol açtı. Ben güzel ülkemizin başkenti bu kadim şehri çok sevdim. İçinde yaşamaktan mutluluk duydum. İşte bu nedenle bir Ankara anısıyla başlamak istiyorum yazılarıma.
           Mart ayı içerisinde bir hafta sonu Eskişehir'den gelen misafirimiz aynı zamanda benim halam olan sanatçı Esen Leyla Esendal' ı ağırlamak için kayınbiraderim Dr. Fatih Şen ve sevgili eşi Dr. Fatma Şen'in davetleriyle misafirimiz ve eşimle birlikte Ankara Kale'sine gittik. Uzun zamandır gitmemiştim. Kalenin içinde restore edilmiş bir çok evin sanat evi , antikacı dükkanı hatta restoran kafe haline getirilmiş olduğunu görünce şaşırdım. Hepsi birbirinden güzel bu sanat evlerinden birinde  "Emin Antik" de konuk olduk. Üç katlı eski bir Ankara evinin giriş katı antika mağazası olarak kullanılıyor, orta katında duvarlarında değerli tabloların sergilendiği yine antika veya yeni pek çok sanat eseriyle dekore edilmiş bir salon var. Burada konferanslar gibi, sergiler gibi çeşitli etkinlikler düzenleniyormuş en üst katı ise ufak bir restoran olarak düzenlenmiş. Açık mutfak anlayışıyla müşterinin gözü önünde hazırlanan yiyecekler yine tabloların çeşitli sanat eserlerinin süslediği, penceresinden ve terasından  görünen muhteşem Ankara manzarası önünde konuklara ikram ediliyor. Doğrusu hem hizmetten, hem, yemeklerden (bu arada laf aramızda mantısını özellikle tavsiye ediyorum) çok memnun kaldık. Sanat evinin sahibi, kendisi de sanatçı olan İbrahim Terzioğlu bey tek tek bütün konuklarıyla ilgilenip herkesi memnun etmek için çaba sarf ediyor. Ayrılırken hepimiz yeni bir dost kazanmış olmanın sevinci ile ayrıldık.
         Emin Antik, daha içeriye girer girmez Selçuklu döneminden kalma Kütahya çinileriyle karşıladı beni. Ankara kalesinde memleketimin esintilerini bulmaktan çok sevindim ancak asıl sürpriz restoran katında karşıma çıktı. Rahmetli babacığım çini ressamı Ahmet Fuat Gürel'in en yakın arkadaşı kadim dostu bizim Ahmet amcamız Kütahya' nın ve Türkiye' nin dünyaya mal olmuş ünlü ressamı rahmetli Ahmet Yakupoğlu' nun bir tablosu bana gülümsüyordu. Tabloya ilgimi gören İbrahim bey bana Ahmet amcayı tanıdığını bu tabloyu kendisine onun armağan ettiğini anlattı. Kütahya' yı çok seviyor hatta babamı bile tanıyordu. Ankara'da Kütahya anıları, sanat sohbetleri ve lezzetli yemeklerle  dolu dolu geçen bu güzel gün anılarıma mutluluk olarak yazıldı.




         Sanat, dostluk ve güzelliklerle dolu bu yerde karşımıza çıkan bir başka heyecan ise penceresinden görünen Arslanhane Camii manzarası oldu. 13.yy başında Selçuklu döneminde yapılmış döneminin mimari özelliklerini en iyi şekilde yansıtan ve günümüze kadar gelebilmiş bu caminin halen ibadete açık oluşu da ayrı bir güzellik tabi. Aşağıdaki fotoğrafı Emin Antik restoranının terasından kendim çektim ve doğrusu bu fırsatı bulabildiğim içinde ayrıca mutlu oldum.

  


             Bu güzel günün anısına çekilmiş bir kaç fotoğraf ile bu bölümü tamamlamak istiyorum. Umarım Ankara Kalesine tekrar gelmek nasip olur. Başka köşelerini görmek içindeki müzelerini gezmek çok isterim.





 ÖYKÜLER



ASANSÖR


ASUMAN

     Yirmibeş gün önce  ameliyat oldu Asuman, yedi gün önce de yoğun bakımdan çıkartıp bu tek kişilik odaya getirdiler onu, annesi kalıyor yanında refakatçi olarak, gözünden yaş hiç eksilmiyor yaşlı kadının. Beş yıl önce kocasını kurban vermişti trafik terörüne şimdi ise kızı, bindiği minibüsün köprüden uçmasıyla bu hale geldi. Yolcuların çoğu öldü kazada, Asuman'ın ölmediğine şükrediyorlardı elbette ama gencecik kız yatağa bağlanıvermişti işte. Boynundan aşağısı tutmuyordu. Yüzünü hissediyordu, burnunu, gözlerini, saçını taradığı zaman annesi, tarağı hissediyordu ya da alnına bir öpücük kondurduğunda abisi öpücüğünün ıslağını hissediyordu ama hepsi o kadar. Konuşamıyor, gülemiyor, yemek yiyemiyordu. Karnından bir delik delmiş midesine bir hortum sokmuşlar hiç farkında değildi. Böyle olduğunu annesi söylemişti. Oradan besliyorlarmış onu. "Ben bir kaktüs oldum baba" diye ağladı bir gece. Bu kazadan sonra ölmüş babasıyla içinden konuşmayı alışkanlık edinmişti.    " Hiç bir işe yaramayan, dikenli çirkin bir kaktüs. Atsan atamazsın çünkü canlı, koysan koyacak yer bulamazsın öyle gereksiz. Evin en dip odasında kötü bir yere yerleştirir arada bir aklına gelirse su verip kendiliğinden ölmesini beklersin ya işte öyle bir bitkiyim ben şimdi herkese yük."
     Her ne kadar annesi "iyileşeceksin kuzum" desede iyileşemeyeceğini biliyordu Asuman. Söylemişti zaten doktor açık,  açık "Geçirdiği kaza omuriliğe çok hasar vermiş maalesef elimizden fazla bir şey gelmiyor. Fizyoterapi ile belki bir kolunu hareket ettirmesini sağlayabiliriz" demişti kadın. O da üzülüyordu bu gencecik kızın durumuna ama yapılacak şey şimdilik bu kadardı ne yazık ki. Daha yaşı gençti, tıp her gün  ilerliyordu, Allah’tan umut kesilmezdi falan filan. Sonuç belli, dün gülüp oynarken bugün yatalak kalıvermişti işte.
     Yattığı hastane odasında yatağı oda kapısının karşısındaydı, kapı da asansörün.  Gri metal bir kapı her seferinde "tıss " diye bir sesle açılıyor asansör kata geldiğinde ise "çınnn" diye ahenkli bir ses duyuluyordu. Başını kımıldatamadığından başka yöne bakma şansı olmayan talihsiz kız asansöre binip inenleri incelemeye başladı. Böylece kendine acıyıp durmaktansa oyalanma yolunu seçti. Hem asansördeki insanlara baktıkça annesinin hıçkırıklarını da duymaz olmuştu.
     En erken, sabahın beşinde temizlik işçileri geliyorlardı. Asansör "çınn" diye durup metal kapı "tısss" diye açıldı. İçinden farklı yaşlarda üç kadın indi. Biri Asuman'a doğru baktı, gözleri karşılaştı. Gözleriyle gülümsedi ona hasta kız, kadın da ona gülümsedi. "Nuran olmalı ismi " diye düşündü Asuman, bu ismin nereden aklına geldiğini bilmiyordu ama Nuran koymuştu kadının adını. Otuzlu yaşlarında görünen temizlikçi kadınla ilgili bir hayat hikayesi düşlemeye başladı.

NURAN

     Adem' le evleneli tam sekiz yıl olmuştu. Sekiz yıla biri kız üç çocuk sığdırmışlardı birde öde,  öde bitmez ev borcu. O borç yüzünden çalışıyordu Nuran yoksa çokta meraklı değildi hastanede temizlikçi olmaya. Çocuklarının en büyüğü kızı Merve bu sene üçüncü sınıfa gidecekti. Soyunma odasına doğru yürürken "Okutacağım onu" dedi kendi kendine, buradaki kadın doktorlardan nesi eksikti onun kızının, valla akılda yarışa girse hepsini geçerdi. Şimdiden okul birincisiydi Merve'si "Dilek hoca gibi olacak benim kızım. Ne doktorum diye övünecek, ne okumuşum diye gerinecekti aynı onun gibi insan olacaktı insan. Geçen yıl Adem hastalandığında eğer o Doktor Dilek olmasa halleri haraptı. Dört yıldır çalıştığı şu koca hastanede bir o ilgilenmişti Adem' in  beliyle,  hastaneye yatırmış fizik tedavi göstermişti sayesinde iyi oldu Adem. Bak şimdi yine, nasıl da çalışıyor inşaatta sağlam sağlam.  Dilek hoca gibi olsun inşallah kızı hem iyi doktor hem güler yüzlü. Ortanca oğlu daha bu yıl başlayacak okula, nasıl heyecanlı yaramaz. O da mühendis çıkar bakarsın ooh ne güzel olur valla, çocukların biri doktor biri mühendis Adem’le ikisinin sırtları yere gelmez artık. Küçük daha  bebek sayılır. Minik Burak'ını hatırlayınca yüzü güldü kadının. " Ne yaramaz olacak o, kök söktürecek bize" 
     "Çabuk olun hanımlar. Şimdi gelir Songül hemşire" diye uyaran arkadaşının sesiyle daldığı hayallerinden uyandı, telaşlı hareketlerle önlüğünü giyip başına önlüğüyle bir örnek başlığını taktı. Her şey iyiydi hoştu da bu başlığı sevmiyordu Nuran. Bu senenin modasıydı bu, yeni gelen müdürün icadı. Aceleyle temizlik malzemelerinin bulunduğu dolaptan dezenfektan dolu bidonu aldı kovaya boşalttı. En baştaki odadan başlayarak bütün odaları paspasladı. Kızı bir doktor çıksın buralarda doktor anasıyım diye gerim,  gerim gerinecem diye gülümsedi Nuran, hayali bile güzeldi koridoru hızlı,  hızlı silmeye başladı tam doktorların odasının önüne gelmişti ki kapı açıldı içeriden doktor Dilek hanım çıktı. 
     "Nurancığım bende seni arıyordum.” Merakla yüzüne bakan kadına gülümseyerek devam etti “Benim çocukların okulu bu sene burslu öğrenci alıyor. Ben senin kızını önerdim ne dersin gitsin mi bizimkilerin okuluna ?"
     Utanmasa boynuna sarılır bir güzel öperdi bu kadını şimdi Nuran "Elbette Dilek hocam ne demek; seve,  seve göndeririz. Siz bize böyle bir iyilik yapacaksınız da biz göndermez olur muyuz hiç. Valla çok akıllıdır benim kızım sizi hiç mahcup etmez" dedi sevinçle. "Biliyorum geçen yıl okul birincisi olduğu için önerdim zaten” dedi yine gülümseyerek doktor Dilek “Tamam o zaman ben izinliyim yarın sen de izin al . Çocukla birlikte okula gelin işlemleri yaptıralım."
     Bütün gün ağzı kulaklarında gezdi Nuran,  kızı gerçekten doktor olacaktı galiba. Şimdiden doktor çocuklarının okuluna yazılmıştı. "Allah’ım sen ne büyüksün, sana şükürler olsun " diye şükrede,  şükrede çalıştı o gün.
ASUMAN

     Uyuyakaldı Asuman Hastabakıcı Nuran'ın hayatını düşlerken. Annesi şaşırdı kazadan beri doğru dürüst uyumayan kızı şimdi derin bir uykudaydı. Sevindi anne yüreğiyle “ dinlenir belki kim bilir” dedi.

FERHUNDE 

     Saat dörtte mesaileri bitmişti. Temizlik işçileri, asansörün  başına toplanıp düğmesine bastılar. Asuman'ın Nuran diye isimlendirdiği Ferhunde felçli kızın odasına baktı,  kapalıydı.  "Allah şifa versin " dedi içinden en çok annesine acıyordu insanın evladının hastalığını görmesi kadar zor bir şey yoktu. İyi bilirdi bu duyguyu Ferhunde sekiz yaşındaki kızı küçükken geçirdiği menenjit hastalığından sonra düzelememiş aklı üç yaşında kalmıştı. Doğru dürüst konuşamıyor yürüyemiyordu ama evladıydı işte canı ciğeriydi. Normal olsa şimdi üçüncü sınıfa gidiyor olacaktı. Kim bilir belki de okuyup doktor olurdu ama kader işte bu garip hallerinde onları bulmuştu hastalık.  Bir daha çocuğu olmamıştı Ferhunde’ nin.   Bütün vaktini hasta kızının bakımına harcaması kocasıyla da aralarının bozulmasına sebep oldu. Kızının hastalığından iki sene sonra bir gün evden çıktı adam ve bir daha dönmedi. Aylar sonra boşanma davası açtığını öğrendi Ferhunde. Onurlu kadındı kendisini terk eden adamın yüzüne bile bakmazdı artık. İlk celsede boşandılar, çocuğun velayetini anneye verdi mahkeme.  Onurunu kurtarmıştı ama nasıl geçinecekti. Sonunda çaresiz annesinin yanına taşındı. Araya eş dost koyup zar zor bu işe girdi. Üvey babasının lafına sözüne katlanıp duruyorlardı işte en azından annesi o çalışırken bakıyordu kızına. Gözünden süzülen yaşları eşarbının ucuyla sildi. Asansörden inip kendi dünyasına yürüdü.

ASUMAN

     Bir kargaşa vardı asansörün önünde hastabakıcı tekerlekli sandalyede bir adamı asansörden çıkartmaya çalışırken birileri de binmeye çalışıyordu "Ya Hu hasta bir çıksın da binersiniz" diye bağırdı başka bir adam itiş kakış arasında asansörün  içinden kalın sesli bir kadın "nereye geldik biz,  kaçıncı kat burası?" diye adeta bağırarak indi. Kadının şişmanlığına hayretle baktı Asuman. Beli lastikli polyester kumaştan etek kadının kalçalarının üzerinde gerilmiş üstündeki fosforlu mor bluz ise neon ışıkları gibi parlıyordu. Altmışının üzerinde olmalıydı, başındaki yazmadan bozma eşarbın önünden kızıl beyaz saçları çıkmış; belli ki kınalı, onlarda yüzüne yapışmıştı. Panikle etrafına bakınırken Asumanı gördü. Anlamsız bir bakış attı ona. İçeriden bir adam" Teyze sen neden indin ya, beşinci kata çıkcan sen bin çabuk" diye bağırdı. Şişman kadın aynı panikle elindeki poşeti sürükleyerek bindi asansöre o biner binmez de metal kapı kapandı ve asansör hareket etti. İçinden insanların "Dur teyze ne yapıyorsun ayağıma bastın"  "ay ittirmesene" diye cıyaklayan sesleriyle  doluluktan gıcırdayarak  yukarı yollandı.
     Asuman " bu teyzenin de adı Naciye olsun" dedi. Terini silmek için alnını ıslak bezle silen annesi kızının gözlerinde ilk defa neşeye benzer bir anlam gördü. 

NACİYE 

     Asansör beşinci katta durunca "tıss" diye açıldı kapı içeriden adeta yuvarlanarak çıktı Naciye. "Nerde benim oğlum? Fırat’ım nerde?" Diye kalın sesiyle bağırarak koridorda yürümeye başladı. Kadının sesi o kadar kalın ve gürdü ki  koridorda ki bütün kapılar "ne oluyor" diye merakla açıldı. Odaların birinden kot pantolonlu incecik bir kız fırladı "Anne sus bağırma buradayız" diye kadına doğru koştu. Naciye hala " Oğlum nerde? "diye feryat ederken kızıyla birlikte odaya girdiler. Üç kişilik odanın kapıya en yakın yatağında ayağında alçı yatıyordu Fırat. Meşhur bir fastfood firmasının motosikletli dağıtım elemanıydı. Sonunda olan olmuş hamburgerleri şirketin taahhütte bulunduğu yarım saat içinde müşteriye ulaştırmak için motosikletle hız yaparken önüne çıkan bir kedi yüzünden dengesini kaybetmiş ve devrilmişti. Motosikletin altında kalan bacağı iki yerinden kırılmış, kırığın birine platin takılması gerektiğinden ameliyat olmuştu. "Korkulacak bir şey yok anneciğim. Panik yapma." dedi kızı etrafına bakıp. " yalnız mı geldin? Babam nerede?"
     "Ah benim aslan oğlum ne oluverdi sana böyle. Çok canın acıdı mı yavrum " sözleriyle yatakta yatan oğlunu okşamakta olan şişman kadın odanın kapısına doğru bakıp "bilmem" dedi" arkamdan geliyordu". O sırada hastalara ilaçlarını vermek için gelen hemşireyi görünce ona doğru atıldı. Kocaman sesiyle bağırarak; "Doktor hanım, nesi var oğlumun söyle bana tehlikeli bir şey miyoksa?" Kendisinin neredeyse üç katı bir kadının bağıra çağıra üzerine geldiğini gören hemşire korktu odaya girmekten vazgeçip geri döndü can havliyle kendini bitişik odaya attı.
     "Anne ne yapıyorsun? O doktor değil hemşire. Hem Fırat'ın bir şeyi yok korkma sadece ayağı kırılmış biçimsiz bir yerden olduğu için ameliyatla platin çubuk taktılar çabuk iyileşsin diye."  Kızını can kulağıyla dinledi kadın " Biliyorum ben onun doktor olmadığını mahsus söyledim. Hani doktor gibiyim diye şişinsinde oğluma iyi baksın diye" deyip birde göz kırptı  kızına. "Ay anne nerden gelir aklına böyle şeyler?"
     " Bana bak !" Dedi birden Naciye" bu ameliyatı sigorta ödüyor mu? Eyvah oğlum rehin mi kalacak hastanede, senet mi imzalatacaklar bize Fırat’ımı da işten atarlar şimdi" Yeniden feryat edecek bir konu bulmuştu, iştahla ağlamaya başladı." Uf! Anne nereden çıkarıyorsun bunları" dedi kızı bıkkınlıkla" sigorta karşılıyor ayrıca Fırat'ın çalıştığı şirkette bütün masrafları karşılayacak çünkü oğlun bu kazada suçsuz. Önüne kedi çıkmış ezmemek için sağa kırmış o sırada dengesini kaybedip düşmüş motora falan bir şey olmamış hepsini sokaktaki kameradan görmüşler.  Ne işten atması, Fırat'ın patronu kedileri çok severmi, bir kediyi ezmemek için canını tehlikeye attı diye ikramiye verecekmiş daha kardeşime" Bu açıklama sonrası yeniden, narkozun etkisiyle yarı uykulu oğluna döndü burnunu çeke,  çeke yüzünü sevdi oğlunun Naciye.
     "Anne babam yok valla telefonuda cevap vermiyor" derken koridordan "Ankara’nın bağları" türküsünün hareketli ezgileri duyuldu. Kısa boylu zayıf bir adam elindeki telefonu kapatmaya uğraşarak girdi odadan içeri. Nefes nefese kalmıştı, kafasındaki yana taranmış üç beş seyrek tel terden sırılsıklam olmuş, öyle ki teri  eski model kruvaze takım elbisesinin sırtına çıkmıştı. "Oh nihayet buldum sizi"  diyerek oğlunun yatağına oturur gibi dayandı. "Fırat nasıl? " sorusunun cevabını annesine anlattıklarının kısa bir özetiyle verdi kızı sonrada " Baba nerelerdesin, merak ettim seni? " diye sordu Adamcağız kuruyan dudaklarını bir kaç kez yalanarak ıslattıktan sonra cevapladı "Annen o kadar hızlı yürüdü ki onu gözden kaybettim sonrada bir daha bulamadım.  Sizi bulmak için bütün hastaneyi dolaştım.  Kızı inanmaz gözlerle baktı babasına "Pes vallahi annemi mi gözden kaybettin baba? Annemi, bu cüssesi ve bu fosforlu bluzuyla?"deyip kahkahayı bastı
     "Ne varmış kız bluzumda onu bana baban aldı, bu bedeni bulana kadar bütün tezgahı indirdik. Pazarcı dövüyordu az kalsın beni pazarın  çıkışına kadar kovaladı, baban beni arkasına sakladı da, görmedi aptal" Şimdi sadece kızları değil odadaki diğer hastalarda gülüyordu. Kocasının hem boyca hem ence en az iki katıydı Naciye, adamcağızın arkasına saklandığında oluşacak manzarayı gözünün önüne getirince o da gülmeye başladı hastane Naciye'nin kontralto kahkahasıyla inledi.

ASUMAN

     Asumanda gülmek istedi hatta kahkaha atmak ama kımıldamıyordu ağzı gülemedi onun yerine bütün yüzünü yakarak iki damla göz yaşı indi gözünden.

SEBAHAT

     Beşinci katta duran asansörden bindiği telaşla indi Asuman’ın Naciye’si  Sebahat hanım, koşar adım gitti nefes nefese vardı. "Oldu mu doğum ?" diye sordu heyecanla, doğumhanenin bekleme odasında oturan kardeşi Nuriye  “ daha olmadı “ diye koşarak geldi elindeki torbayı aldı. "Sağol abla sen olmasan bebeğin eşyalarını almaya Fikret gidecekti. O kadar ani geldiki gelinin sancısı  çarşıdan eve gidemedik doğruca buraya geldik."
     "Olsun kardeşim ne olacak elime mi yapıştı getirdim işte iyi ki sizin anahtar var bende bak işe yaradı" diyerek gördüğü ilk banka oturdu. Soluk soluğa kalmış, terlemişti.  Hiç evlenmemişti Sebahat. Uzun  boylu sarışın çok güzel bir kızdı gençliğinde, kimseleri beğenip varamamış sonrasında ise şeker hastası olunca kilo almaya başlamış bu seferde kimse onu beğenmemiş sonuç olarak evde kalmıştı. Elini yüzünü kardeşinin uzattığı ıslak mendille silerken az ilerde gelininin babasıyla konuşan eniştesini gördü. "Enver 'de burada" diye geçirdi içinden, çaktırmadan bu kısa boylu saçları seyrelmiş eski moda takım elbiseli adama baktı.  "Ne çok istemişti bu Enver beni, bende boyu kısa diye istememiştim. Bak şimdi o kısa boylu Enver dede oluyor bense fidan boylu yar beklerken fidanının sapı gibi kalıverdim ortada "diye düşündü pişmanlıkla. Kısa boylu zayıf adam kadının düşüncelerini hissetmiş gibi ona döndü bir an göz göze geldiler “ Başka şeyim yokmuş gibi bu bluzu da neden giydim sanki” diye çekiştirdi mor bluzunu Sebahat , başıyla kısa bir selam verdi adama. Belki konuşurlardı da ama o sırada doğumhanenin kapısı açıldı hemşire kucağında bir bebekle dışarıya çıktı. Bunu gören Enver Sebahat 'i de geçmiş günleri de unutup torununa koştu.
     Sebahat hissettiği pişmanlıkla iyice ağırlaşmış kocaman bedenini oturduğu yerden zorla kaldırıp bebeğe doğru yürüdü. Yüzünde acıyla karışık bir gülümseme vardı.

ASUMAN

     İşte yine akşam oldu. Hastane sessizleşti. Asansörün katta durduğunu belirten ses sessizlikte daha bir çınladı, kapı açıldı genç bir adam indi içinden, aceleci hareketlerle etrafına bakındı Asuman'ı görünce elini kaldırıp selam verdi ona ve elindeki siyah karton çantayı sallayarak hızlı adımlarla hastanenin içinde kayboldu. "Geldi bizim  artist  Kamil" diye geçirdi içinden Asuman, gerçek adını bilmiyordu bu hastabakıcının ama o ona Kamil diyordu. 

KAMİL

     Nöbete geç kalmıştı Kamil, telaşla gitti soyunma odasına iş önlüğünü aceleyle giydi duvarda asılı aynada kendine baktı eliyle saçını düzeltti koridora çıktı. Saçları önemliydi onun için gözü gibi bakardı onlara. Bir sürü para verip şu reklamlarda gördüğü saç dökülmesini önleyen şampuandan almıştı, her sabah onunla yıkıyordu başını sonra ayda bir yumurta, zeytinyağı karışımı sürüyordu başına. Kız kardeşi onun bu saç takıntısı ile çok alay ediyordu ama olsun kıymetliydi onun saçları.
      "Hah Kamil geldin mi (223) deki hasta birazdan acile filme inecek çabuk götür getir, Sinan hoca burada bu onun hastasıymış ona göre" dedi nöbeti devreden arkadaşı. Hemşire bankosunun karşısındaki bölmeden bir tekerlekli sandalye kapıp (22) numaralı odaya yürüdü Kamil, canı sıkılmıştı. Normalde hastalarla iyi iletişim kurardı ama bu adam çok aksi, kendini beğenmiş bir ihtiyardı öyle saçma huysuzluklar yapıyordu ki insanın "ne halin varsa gör deyip" gidesi geliyordu. İstemeye,  istemeye tıklattı özel odanın kapısını gel denilmesini beklemeden açtı girdi içeri " Haydi amca, filme gidiyoruz" dedi
"Ne açıyorsun kapıyı" diye gürledi yataktaki yaşlı adam. Yatağın yanındaki koltukta uyuklama modunda oturan karısı sıçrayarak ayağa kalktı "Filme gidilecekmiş Özden hadi kalk bakalım" Yaşlı adam karısının lafını hiç umursamadan Kamil'e hitaben; "Bir yere girince önce selam verilir hiç talim terbiye görmedin mi sen?"
     "Affedersin amca haklısın önce iyi günler demeliydim. İyi günler teyze, iyi günler amca yalnız biraz çabuk olalım çünkü Sinan hoca hemen istemiş filmi bu yüzden acilde çektireceğiz bizi bekliyorlar aşağıda" dedi Kamil, sesinin sakin çıkmasına özellikle dikkat etmişti. Yaşlı adam zorlukla doğruldu karısının ve Kamil’in yardımıyla tekerlekli sandalyeye oturdu. Kamil kadıncağızın topallayarak yürüdüğünü fark edince " Senin gelmene gerek yok teyze zaten iki dakikalık iş ben hemen götürür getiririm" dedi yaşlı kadın minnetle baktı, içtenlikle gülümsedi,  koltuğuna geri döndü.
     Tekerlekli sandalyeyi iterek koridorun diğer ucundaki sedye asansörüne yürüdü Kamil. Karşıdan gelen Fidan hemşireyi görünce eli istemsizce saçlarına gitti. Çok beğeniyordu bu kızı hatta aşıktı ona ama Kamil’e bakmazdı ki Fidan. Hemşirelerin gözü genç doktorlarda olurdu.  Yanlarından geçerken şaşırtan bir şey yaptı Fidan hemşire ve "Merhaba Kamil" deyip inci dişlerini göstererek gülümsedi. Yüreği hop etti genç hastabakıcının o da ona bütün yüreğiyle gülümsedi.
     "Beni bu yük asansörüne mi bindireceksin, çöp indirmişlerdir kokar bu" diye huysuzlandı yaşlı adam. Biraz önceki karşılaşmanın etkisini üzerinden henüz atamamış olan Kamil kızmadı bile adama. "Bu çöp asansörü değil amca mecburen bununla gideceğiz çünkü bir tek bu iniyor acilin içine" dedi yumuşak bir sesle. Asansör kattaydı zaten düğmesine basınca kapısı hemen açıldı. İçine girdiler  Kamil eksi ikinci kata bastı ve hareket ettiler ama daha bir kat inemeden sarsılarak durdu asansör. Kamil' de yaşlı adam da şaşırarak kaldılar bir an. Hastane tarihinde asansörde kalan ilk kişilerdi herhalde çünkü daha önce böyle bir şey duymamıştı.  "Sakın korkma amca şimdi düzeltirler herhalde" dedi ama kendi rengi sapsarı olmuştu. "Alarmına bassana oğlum şu kapıya da vur bizim içeride kaldığımızı anlasınlar"
     Adamın sakinliği cesaret verdi Kamil'e alarma bastı uzun,  uzun bir taraftan da kapıyı yumrukluyordu aklına cep telefonu geldi telefonu eline alıp nöbetçi hemşireyi aramak istedi "Aha çok güzel çekmiyor telefon" dedi canı sıkılarak. Huysuz adam Kamil'in korktuğunu anlamıştı kendinden umulmayacak derecede sakin ve yatıştırıcı bir ses tonuyla " Sakin ol oğlum şimdi farkederler asansörde kaldığımızı merak etme dedi" Kamil adama inanmaz gözlerle baktı tekrar yumrukladı kapıyı. Yıl kadar uzun geçen bir kaç dakika sonra yukarıdaki kapıdan güvenlik Necati’nin sesini duydular "Kim o? Kim var orada?"
     "Biziz Necati ya ben Kamil yanımda  Sinan hocanın hastası  var asansörde kaldık çıkar bizi buradan"
     "Sen misin Kamil abi dur hemen haber veriyorum az bekleyin" deyip gitti güvenlik. Aniden asansörün ışığı da söndü şimdi bir de karanlıkta da kalmışlardı. Telefonunu çıkarıp açtı Kamil "inşallah şarjı bitmez. Ben karanlığı hiç sevmem amca" dedi. Yaşlı adam " Etrafın karanlılığından değil içinin karanlığından korkacaksın oğlum. Şurada bu küçük alanda karanlık olsa ne olur aydınlık olsa ne olur"  derken yukarıdan güvenlik Necati' nin sesini duydular yeniden "Kamil abi asansörcüyü aradılar adam düğüne mi ne bir yere gitmiş bir saate kadar gelirim demiş. Hastanın durumu iyi mi diye soruyorlar" Kamil telefonun ışığında yaşlı adama baktı "Nasılsın amca kalpte sıkışma, baygınlık hissi falan var mı? Bak bir saat diyor bunlar." Yaşlı adamdan olumlu cevabı alınca o da yukarıya iyi oldukları haberini verdi.
     " Madem bir müddet buradayız biraz sohbet edelim seninle" dedi Özden bey sesi yine sakin çıkıyordu. Kamil'in paniğini anlamış onu yatıştırmaya çalışıyordu aslında "Önce tanışalım. Benim adım Özden Tunalı emekli maden mühendisiyim. Senin adın ne bakayım"
     "Kamil benim adım amca Kamil Karaçam. Ankaralıyım ben Kızılcahamamlı iki senedir burada çalışıyorum" 
     "Güzel" dedi yaşlı adam " evlimisin çoluk çocuk var mı?" Güldü Kamil içindeki panik hissi yavaş,  yavaş kayboluyordu "Evli değilim bekarım daha, askerliği falan bitirdik düşünüyorum ama beni alacak kız bulamıyorum. Benim istediğim beni istemez ben de başkasını istemem işte böyle" dedi
     "Niye istemiyormuş bakayım  seni? Aslan gibi delikanlısın, yakışıklısın, işin gücün var daha ne?" Dedi Özden bey şaşırarak. Kamil omuz silkti" Beni beğenmez o " dedi "Hiç sordun mu kendisine? Belkide beğenir". dedi ısrarla yaşlı adam "Yok amca ya, hemşire o bakar mı benim gibi taşeron firmada çalışan bir işçiye" dedi Kamil umutsuzluk içinde. Bir müddet sustular. Yukarıda bir hareket oldu. 
     "Özden bey iyimisiniz Özden bey" doktor Sinan heyecanla bağırıyordu yukarıdan "İyi, iyi doktor bey merak etmeyin ben yanındayım" dedi Kamil "Asansörcü gelmek üzere biz özellikle müdahale ettirmedik Allah korusun daha büyük bir aksilik olmasın diye" dedi doktor tekrar "Biz bekliyoruz Özden amcayla hocam, sıkıntı yok" dedi tekrar Kamil yeniden sessizlik oldu.
     "Sen niye hemşire olmuyorsun? Bildiğim kadarıyla şimdi erkeklerde hemşire oluyor."diye sordu Özden bey aniden. " Olacağım inşallah Özden amca açık öğretimde okuyorum da sınıfı geçemiyorum bir türlü" dedi sırıtarak Kamil.
     "Çalışsan geçersin.” Dedi yaşlı adam eski huysuz sesiyle sonra yeniden sakinleşerek devam etti “ Bak sana eski bir çapkın olarak bir nasihat vereyim git bu hemşireye (ben böyle, okuyorum ama derslerde biraz sıkıntım var bana yardımcı olur musun ?)de. Eğer kabul ederse bir ümit var demektir. Ben kabul edeceğini düşünüyorum sana nasıl baktığını gördüm ben onun biraz önce" Kamil gülmeye başladı " Amca valla az değilsin sen. Nasıl anladın Fidan hemşire olduğunu" şimdi  yaşlı adamda gülüyordu "Biz kaçın kurrasıyız oğlum biliriz bu işleri ben bizim hanımla tanışana kadar az kalbe girmedim ama sonunda yengeni gördük biz çarpıldık  bu sefer" dedi keyifle sırıtarak Özden bey. Konuşma keyiflenmişti ama asansörün ışıkları yandı ve bir gacırtı ile hareket etti makine. Kamil telaşla yapıştı tekerlekli sandalyenin kulpun, dakikalar içinde indiler kapı açıldığında doktor Sinan bey, Özden beyin hanımı , güvenlik Necati ve Fidan hemşire kapıdaydı  alkışlayarak karşıladılar onları. Doktor Sinan Kamil’in elinden aldı arabayı " Ben götürürüm Özden beyi sen işine bak" dedi. Özden bey Kamil'in elini tuttu ;  "Teşekkür ederim oğlum ben rahatsız olurum karanlık ve dar yerlerde. Beni rahatlattığın için sağol" dedi Fidan hemşireye bakarak  "Haa Kamil, söylediklerimi sakın unutma ne olacağını denemeden bilemezsin" dedi yaşlı adam. Gözlerine sevecen bir bakış yerleşmişti şimdi.
     Gece saat on buçuğa gelmişti ki Özden beyin hasta odasının kapısı tıkırdadı ve açıldı. Kapının aralığından Kamil'in başı uzandı "İyi akşamlar Özden amca uyuyormu?"
     "Artık uyumuyor" dedi sert bir ses. Bu sertlik hiç etkilemedi Kamil'i içeri girdi çekinmeden yaşlı adamın yatağına eğildi " Senin dediğini yaptım amca söyledim" dedi."Eeee" der gibi baktı adam. " Kabul etti" dedi sevinçten ağzı kulaklarında Kamil.  "Biliyordum" dedi yaşlı adam gülerek "Hadi şimdi git de uyuyalım " . Gözlerini kaparken yüzünde tatlı sert bir ifade belirmişti.
     "Teşekkür ederim Özden amca" dedi Kamil usulca kapıyı kapatıp çıktı.

ASUMAN

     Asumanın içi umut ve sevinçle doldu bir an. Aşk güzel şeydi. Sonra hatırladı O hiç aşık olamayacaktı. Kapkara oldu dünya yeniden annesi yanında hıçkırıyordu.

MURAT

     Asuman'ın Artist Kamil diye isim taktığı hastabakıcı Murat, elindeki siyah karton çantayı giyinme odasındaki dolabın üstüne saklarken arkadaşı Mustafa' ya yakalandı. "Hayrola Murat ne saklıyon oğlum oralara" 
     "Sus bağırma şimdi duyarlar falan. Ne olacak bir şey değil karton çanta işte"dedi Kamil telaşla. "Anladık karton çanta olduğunu ama içinde ne var?" Dedi Mustafa hınzır bir merakla."Bana bak eğer şimdi söylemezsen nasıl olsa bir punduna getirir bakarım içine. Bizden mi saklıyon lan?" Murat sıkıldı ama başka çaresi kalmamıştı şimdi söylemezse olur olmaz yerde sorar dururdu Mustafa şimdi "Berberlik malzemeleri var" dedi  "Napıyon lan onlarla? " dedi Mustafa "Sakın traş oluyom deme yemezler biliriz meraklısın saçına sakalına ama sen hep evinde olursun traşını"
     "Yaa biliyorsun, bizim hanım ufaklık doğunca mecburen işten ayrıldı. Büyük oğlana rahmetli  kayınvalide bakmıştı hanım da çalışabilmişti ama şimdi bakacak kimse yok o da ayrıldı ne yapsın, büyük okula başlayacak bu yıl eh bir de elden düşme bir araba almıştım geçen sene onun taksitleri bitmedi daha, sözün kısası para lazım oğlum yetmiyor maaş. Bende burada asıl mesleğimi icra ediyorum. On senelik kuaförüm ben aslında dükkan yürümeyince kapatıp bu işe girdim. Şimdi mesaiden  sonra isteyen hastalara saç sakal traşı yapıp yolumu buluyorum. Gizli tabi"
     Mustafa şaşırmıştı ama anlamıştı da aynı zamanda. Benzer şeyler onun da başındaydı bir maaşla ev geçindirmek çocuk okutmak imkansızdı bu devirde. "Korkma arkadaş sırrın bende kilitli. Laf aramızda bende köyden yoğurt falan getirip satıyorum burda napalım oğlum ekmek parası bizimki. " deyip sırtına vurdu arkadaşının. İki arkadaş soyunma odasının kapısını kapatırken "eh artık traşı sende oluruz bundan sonra he Muradım" dedi gülerek "Her zaman, başımla beraber kardeşim" diye cevap verdi Murat koridora geldiklerinde birbirlerine elleriyle veda edip ayrı yönlere işlerine gittiler. 

ASUMAN

       Gece olmuştu, sanki ne hasta ne doktor kimse kalmamış gibi suskundu hastanede asansör bile kara kapısıyla sessiz çınlamadan bakıyordu Asuman'a. Uyduracak hikayesi kalmamıştı artık annesini göremiyordu ama uyuduğunu nefes seslerinden anlıyordu. Susadığını farketti dili damağına yapışmıştı sanki.İçindeki karanlık geceyle birlikte büyüdü. Ne çok severdi su içmeyi. Şöyle dikeceksin kafana bardağı, buz gibi akacak boğazından mübarek su, sen soğukluğunda hayatı yudumlayacaksın ama artık ne mümkün? Karnının yan tarafından  kocaman bir enjektörle içine boşaltıyorlardı, ağzına değmiyordu bile su.  " Babacığım" diye inledi içinden    " Babacığım nerdesin?" Dilek duası diye bir şey öğrenmişti bir zamanlar böyle bir dilek için kullanacağını asla tahmin edemezdi. Okudu, okudu, okudu
     Asansör "çınn" diye durdu kapısı "tıss" diye açıldı. Gözlerine inanamadı Asuman, babası inmişti asansörden. Gülümseyerek ona doğru geldi adam. Şimdi tam başucunda duruyordu, elini uzattı kızına. Asuman elinin kolunun hareket ettiğini hayretle fark etti. Hemen uzattı elini babasına. Sıcacık buluştu elleri. Sonra doğruldu yataktan eli tıpkı çocukluğunda olduğu gibi babasının kocaman elinin içinde asansöre yürüdü. Asansörün gri metal kapısı "tıss" diye açıldı Asuman ve babası bindiler kapı kapandı.

                                                                                                            Esra Gürel Şen- 2017
































Yorumlar

  1. Tebrik ederim Esra hanım, çok güzel bir işi başarmışsınız, çok beğendim, çok ilginç ve güzel hikayeler paylaşacağını biliyorum, başarılarının devamını dilerim 👍🌹💐❤️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim canım. Senin desteğinle inşallah❤️

      Sil
  2. Mükemmel! Seninle gurur duyuyorum ��

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar