Sevgili dostlar yaz için Seferihisar'a gitme ve yerleşme telaşı yüzünden bir müddet sizlerden uzak kaldım. Beni affedeceğinizi umarak yazılarıma öykülerim ve anılarımla devam ediyorum. Umarım beğenirsiniz.


     ÜTÜYÜ KİM İCAT ETTİ?


      Geçen hafta İstanbul’ daydık önümüzdeki hafta ise İzmir Sığacık’ a gideceğiz en azından seçimlere kadar kalacağız inşallah. Malum seçim var gelip oy kullanmamız lazım. Vatandaşlık görevimiz bu  yapmazsak olmaz.
     İlk defa bu kadar uzun süre evimden ayrılacağım.  Döndüğümde her şeyin temiz ve hazır olmasını istediğimden, kışlıkları kaldırıp yazlıkları çıkardım. Çarşaflar, yastıklar, nevresimler, örtüler falan derken bir sürü çamaşır yıkadım. Çamaşırı yıkamak kolay atıyorsun makineye kendi kendine yıkanıyor,  sana kalan serip kurutmak ama işte asıl macera bundan sonra başlıyor. Ütü.
     Ütü masasını küçük odaya kurdum, dağ gibi yığılmış çamaşırlara bakıp derin bir iç geçirdim, besmeleyi çekip başladım ütülemeye. Ütü yapmayı da hiç sevmem ama ütüsüz de bir şey kullanamam, her şeyi ütülerim; bu bana annemden kalan bir alışkanlık. Sehpamın dantel örtüsünü ütülerken annemin  “ onu kolalamadan mı ütülüyorsun Esra?” Diyen eleştirel sesini duydum sandım bir an.
     Genç bir kızken “ anne niye kolalıyoruz bu örtüleri sadece ütüleyelim yeter” dediğimde annem yüzüme sanki cinayet işlemişim gibi bakıp “ Hiç olur mu? Mutlaka kolalanıp öyle ütülenecek o örtüler sonra düzgün durmazlar” demişti ama bak anneciğim kolalamıyorum bunları kurumadan daha ıslakken düzgünce ütülüyorum kolalanmış gibi oluyor, dantelin ipi müsait, kızma bana.
     Kola deyip geçmeyin öyle kolay iş değil, şöyle geniş bir kap alacaksınız iki tatlı kaşığı nişastayı ılık suyla ezip kabı dolduracak kadar sulandıracaksın, kolalanacak çamaşırları içine atıp bekleteceksin sonra da ıslak ıslak ütüleyeceksin. Allah’tan sonradan hazır kolalar çıktı da nişastalar kurtuldu.


     Annem hayatımda tanıdığım en titiz kadınlardan biridir. Hele çamaşır ve ütü konusunda neredeyse takıntılı diyebiliriz. Onun evinde ki her şey, her zaman  mağazadan yeni alınmışçasına düzgün durmalı, aman sakın ha, hiç bir şey kırışık olmamalı hele kirli Allah korusun, böyle bir acıyı anneme göstermesin.
     Büyük kızım Aliye henüz dört yaşındaydı Ankara’daki evimizde ütü yapıyorum. Yakın zamanda ikinci çocuğum olacağından annem Kütahya’dan bize gelmiş, Aliye yerde oyuncakları ile oynuyor, annem kanepede bana bakıyor. Bende biraz acele ediyorum çabuk çabuk ütülüyorum. Annemin yüz ifadesinden yaptığım ütüyü hiç beğenmediği belli. Sonunda dayanamayıp karıştı tabi. “ Kızım o olmadı, yakasını bir daha ütüle, aaa o nevresimi aç, hiç öyle katlanır mı?” demeye başladı.  Derhal bir çare bulmalıydım yoksa bu ütü asla bitmez.


     “ Biliyor musun Aliye?” Dedim kızıma hitaben “ anneannen eskiden çamaşırlıkta yıkarmış çamaşırlarını sonra ütüleride böyle değilmiş, kömürlü ütüymüş”
     Kızım yüzüme “ ne diyor annem?” dercesine şaşkınlıkla baktı ama annem kurduğum tuzağı farketmeyip atladı ve anlatmaya başladı. Aliye’m anneannesinin masal anlatmaya başladığını zannedip yanına tırmandı, oturup merakla dinlemeye başladı. Bende aceleyle ütüme devam ettim.
“ Aliye’ ciğim eskiden evlerde çamaşır makineleri yoktu. Bırak makineyi evlerimizde su yoktu.” Dedi annem. Aliye şaşırarak;
“Sular mı kesilmişti anneanne?” Diye sordu merakla. Annem
“Yok, kuzucuğum suyumuz yoktu” deyince kızım inanmaz bakışlarla baktı anneme, annemse hevesle anlatmaya başlamıştı bile.


     “ Mahallemizde bir çamaşırlık vardı bütün komşular hepimiz çamaşırlarımızı orada yıkardık. Muhtardan çamaşırlık için sıra alır, sıranın verildiği gün sabah namazında kalkar çamaşırlığa gidip yanımızda getirdiğimiz odunlarla oradaki ocağı yakar üzerine çamaşırlığın kocaman kapkara kazanını oturtur tekrar evimize dönerdik. İki saat sonra geri geldiğimizde kazandaki su kaynamış olurdu. Büyük kazanı zar zor kenara alır küçük kazanı koyardık ateşin üzerine o kaynarken biz beyazları bir su yıkardık. Nasıl, biliyor musun benim meraklı kuzum? Orada büyük,  büyük taşlar vardır çamaşırı üstüne koyar sürte,  sürte işte böyle yıkardık”  hikayenin burasında annem koltuğun kırlentini önüne koyup mendilini kırlente sürterek bu işlemin nasıl yapıldığını gösterdi kızıma ve devam etti  “Yıkadığımız her parçayı kaynamakta olan kazana atardık, sıcak suda iyice kaynayıp kirleri çıksın diye tabi suya sabun ve soda  ilave ederdik temizlensinler diye. İyice kaynayan çamaşırları tekrar taşa alır sürte,  sürte iyice yıkardık arada birde tokaçlardık. “
     “ Tıkoç ne anneanne?”  Diye sordu Aliye.
     “Tokaç o güzel kuzum tokaç. Ucu geniş, yassı sopa gibi bir şey onunla çamaşırları böyle pataklardık” dedi annem eliyle kucağındaki kırlente vurarak tarif etmeye çalıştı ve yine devam etti  “ Yıkama bitti mi sıra durulamaya gelir. Çamaşırlığın, kocaman akarı olan bir durulama havuzu vardı çamaşırları oraya atar üç dört su durulardık ben beyazlarda son durulama suyuna her zaman biraz çivit atardım. Böylece çamaşırları serdin mi çıtır, çıtır olur güneşte mavi, mavi yanarlardı. Herkes imrenirdi benim çamaşırlarıma. Yaa, benim güzel kızım böyle zahmetliydi işte çamaşır yıkamak akşama kadar sürerdi. “


     “ Aliyeciğim çivit, mavi boya demek yavrum azıcık koyarlarmış suya çamaşıra hafif renk verirmiş” diye bilimsel bir açıklama yaptım kızıma. Çocukları doğru bilgilendirmek lazım değil mi ama? Dört yaşındaki kızım benim bu açıklamamdan ne anlamıştı bilmiyorum ama anladım manasında başını salladı sonra dönüp anneme baktı. Boynuna sarılıp iki yanağından öptü annemi. Üzgün bir ses tonuyla;
     “ Niye makinede  yıkamıyordun anneanne, dedem sana çamaşır makinesi, deterjan falan almıyor muydu?” Deterjanı da söyleyemiyor “ diteyzan” diyordu ben bir kahkaha attım annemde gülerek sarıldı kızıma, sarılırken de “ yoktu kuzum o zamanlar yoktu” diyordu. Bizimki inatla;
     “Marketten gidip alsaydın ya” diye akıl vermeye devam ediyordu ki ben iyice koptum.
     Musluklarından sıcak su akan,  her türlü elektrikli aletin bulunduğu bir eve doğmuş dört yaşındaki bir çocuğa bir zamanlar evlerde su olmadığını çamaşırın evin dışında bir yerde yıkandığını anlatmak imkânsızdı. Ben ütülediğim çamaşırları kaldırırken annem Aliye’ye kömürlü ütüyü anlatmaya çalışıyor, kızım da hayretler içinde kızarak;
 “ fişe taksana anneanne yoksa sanada mı yasak fişlere dokunmak?” Diyordu.
     Ah sevgili dostlarım benim ütüler bu anıları düşünürken bitivermiş. Bakın bu iyi yöntemmiş,  eskileri hatırla ütü çabucak bitsin.
     Bu ütü meselesi nereden çıktı derseniz facebook’ ta bir hanım “ ütüyü icat eden kişi bir kolaylık buldum diye ne kadar sevinmiştir, ah ne diye buldun arkadaş buruşuk giyerdik” demiş. Okuyunca çok güldüm ben de aynen öyle düşünüyorum ama aramızda kalsın sakın anneme söylemeyin.





                                                                                                                  ESRA GÜREL ŞEN-  2018




ENGİNAR FESTİVALİ



      Enginarın festivali olur mu demeyin çünkü var. Nerede, derseniz?  İzmir,  Urla’da.
      Yıllardır çok methini duyduğum Urla ile iki yıl önce Seferihisar Sığacık tatilimiz sırasında tanışmış, denizine insanına, doğasına hayran olmuştum. Geçen yıl ise yetiştirdiği enginarları Türkiye’ye ve dünya’ya tanıtmak isteyen Urla’ lıların “Enginar Festivali” adı altında bir festival düzenlediklerini öğrenmiştim ancak biz sonbaharda orada olduğumuzdan Nisan ayının son haftası düzenlenen bu etkinliğe katılma şansım olmamıştı.  Bu sene Sığacık’ a 28 Nisan ‘da geldik. Hafta sonu tatiliyle bir Mayıs’ı birleştiren kızlarım da bizimle birlikte geldiler.  Eh fırsat bu fırsattır deyip geldiğimizin ertesi günü kızlarımla birlikte, hiç olmazsa sonundan yakalayalım deyip bavullarımızı açmadan festivale koşturduk.  İyi de öyle yapmışız kendimizi mis gibi bir havada güzel insanların ve tazecik enginarların arasında buluverdik.



      Festival Urla’da sanat sokağı denilen bir sokağı da kapsayacak şekilde Urla’nın merkeze yakın sokaklarında düzenleniyor ve Cumhuriyet Meydanı denilen alanda son buluyor. Biz son gününde orada olduğumuzdan ilk günü düzenlenen eğlenceleri, yürüyüşleri göremedik ama sık sık kafelerde, sokaklara kurulan sahnelerde canlı müzik yapan gençlere rastladık onlarla söyleyip neşelendik.
     Daha önce televizyonda Mehmet Yaşin’in programında gördüğüm esnaf lokantasında oturup enginar yemekleri yedik. “ Kuzu etli enginar” ını özellikle tavsiye ediyorum. İlk defa yedim çok beğendim. Kızlarla evde kendimiz de denemeye karar verdik. Enginar dolması ve diğer zeytinyağlı enginar yemeklerine de diyecek yok doğrusu. Tadına baktığımız enginarlı dondurmayı da çok beğendik.







      Festivalin kapanış telaşı sürerken yürüdüğümüz sokakların birinden neşeli müzik sesleri gelmeye başladı. Biz de yönümüzü o tarafa çevirdik. Festivale katılan satıcı, alıcı, ziyaretçi herkes birlikte söyleyip, birlikte oynayıp eğleniyorlardı. Artık sona gelindiğinde birden ve kendiliğinden İzmir Marşı söylenmeye başlandı. Büyük küçük herkes marşa coşkuyla katılırken Urla sokakları güzel marşın eşliğinde Atatürk sevgisiyle adeta doldu taştı. Bizim de içimiz gururla kabararak ellerimiz kollarımız enginarlarla dolu arabamıza yürüdük ve evimize Seferihisar’a yöneldik.
     Burada sizlerle Urla halkının yardımseverliğini paylaşmayı kendime bir görev olarak görüyorum. İzmir’in bu güzel insanları küçük ilçelerine gelen misafirlerine her konuda yardımcı olabilmek için çırpınıyorlar.
      İlçe’ nin sokakları,  doğal olarak dar, yolların bazıları festival nedeniyle kapalı.  İdarecilerin unutkanlığından diyelim festivale ait ya da otoparklara ilişkin herhangi bir tabelanın olmayışı, festival alanına giriş ve çıkış yönlerinin belirtilmemiş olması gelen binlerce ziyaretçiyi Urla’nın dar ara sokaklarında adeta arabalarıyla dans ettirirken yetkililerin bu unutkanlıklarını Urla halkı çabaları ve konukseverlikleriyle defalarca affettirdiler.  Örneğin arabamızı park edecek yer bulamayıp dört döndüğümüz bir anda ortaya çıkan bir delikanlı bütün işini gücünü ve yanında ki arkadaşlarını bırakıp aracımıza bindi ve bizi kendi otomobilini park ettiği güvenli alana götürüp hatta kendi arabasını çekerek bizim park etmemizi sağladı. Kendisine çok teşekkür ettiğimiz ancak ismini sormayı unuttuğumuz delikanlı için, büyük kızım Aliye “ adı Hızır olmalı başkası olamaz “ derken sadece minnettarlığımızı ifade ediyordu. Aynı şekilde akşam dönerken Urla sokaklarında kaybolduğumuzda rastladığımız ve yol sorduğumuz herkesin bize yardım etmek için çırpınışları unutulacak izlenimler değil.
     Sonuç olarak biz Urla’yı ve halkını çok sevdik. Enginar Festivali tam adına yakışır bir şekilde enginarlarla dolu neşeli, eğlenceli bir festival. Eğer Ege’yi, Ege yemeklerini hele ki enginarı seviyorsanız kaçırmayın derim.












        




Yorumlar

  1. Sevgili eşim, çok kuvvetli bir kalemin var, gayretlerini ve çalışmalarını gönülden destekliyorum, ve seninle gurur duyuyorum, ayrıca YAZARKAFE yazarlığın hayırlı olsun, çok tebrik ederim

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar