Ömür akan su gibidir, durmadan yenilenir.
Hz. Mevlana





  YAŞAMAK İÇİN



       Denizin kenarında denize bakarak ama onu görmeden dikiliyordu genç kadın. Yağan yağmurun altında o kadar uzun zamandır duruyordu ki denizden bile daha ıslaktı. Yağmur mu yoksa gözyaşımı olduğunu ayırt edemediği ıslaklığı elinin tersiyle silmeye çalıştı gözlerinden. Hareketsizlikten bunalmış olmalı ki yürümeye başladı. Etrafta kimse yoktu yine de bakındı çevresine “ şurada denize atlayıp ölsem kimse görmez” diye düşündü. Yürümeye devam ederken bu düşünce kafasında git gide şekillendi.
      “ Niye yaşıyorum ki?” dedi kendine “ Neyim var, neyim yoksa bugün kaybettim. Artık ne bir işim ne de bir eşim var, çocuğum zaten olmayacak aile desen herkes kendi havasında. Amerika’ daki ağabeyin mi gelip yardım edecek sana huzur evindeki baban mı? Annen bu dünyadan gideli neredeyse yirmi yıl oldu. Kimin umurundasın ha kimin?” Kendi kendine yüksek sesle konuştuğunun farkına varınca isterik bir kahkaha attı. “ Deliriyorum yavaş, yavaş” dedi tekrar yüksek sesle. Yürümeye devam etti. “ Bu dünyada kalmak için bir sebebim yok ne bir amacım ne de bir çarem var.” Mendirek tam karşısında duruyordu taşların üzerine tırmandı kenardaki ince yoldan ucuna doğru yürümeye başladı. Atlamaya karar vermiş gibiydi. “ Yaşasam ki nasıl yaşayacağım borç gırtlağı aşmış bankalar iki günden yakama yapışır, memleketin hali malum bu işsizlikte işte bulamam. Alçak patron ekonomik krizi bahane edip on beş kişiyi hiç utanmadan koyuverdi kapının önüne ama Allah verir cezasını kalmaz yanına”  Allah aklına gelince içini bir korku aldı. Müslümanlığın en büyük günahlarından biriydi intihar. Bu dünya ona hiç cennet olmamıştı eğer intihar edecekse öbür dünyada olmayacaktı anlaşılan. Yeniden korktu. “ Allahım sana karşı geliyorum ama anla beni ne olur hiç çarem kalmadı” dedi denize doğru bakıp, yürümeye devam etti.
      Mendireğin ucuna az kalmıştı. Yağmurun dindiğini fark etti.  Başını kaldırıp gökyüzüne baktı uzakta bulutların arasından bir gökkuşağı belli belirsiz renkleniyordu. Gülümsedi herkes gibi o da severdi gökkuşağını.  Renkleri umut verirdi insana ama bugün o bile soluktu. Gülümsemesi acı bir hal aldı, yerleşti yüzüne martıların çığlıkları duyuldu uzaktan. Yorulduğunu hissetti, ıslak giysileri üşütmeye başlamıştı. Olduğu yere çöktü, yere oturdu. Ayaklarını kenardaki kayaların üzerine uzattı. Geçmişi düşünmeye başladı. Nedense anıları canlanıvermişlerdi birden.
       Annesi öldüğünde on yaşında bir ilkokul öğrencisiydi. Bir kış günü abisiyle birlikte okuldan eve gelmişler ama kapı açılmamıştı.  Çalmışlar yumruklamışlar hatta abisi tekmelemişti bile kapıyı ama açılmamıştı. Çaresiz babasını beklemişler o gelince birlikte içeriye girmişler ve annesini salondaki divanın üzerinde uyur vaziyette bulmuşlardı. Yaklaşınca uymadığını anladılar. Kadıncağızın rengi normal insan rengi değildi. Beyaz desen beyaz değil mavi desen mavi değil gri desen gri değil öyle tuhaf bir renk. Oysa güzel kadındı annesi fakat bu renk hiç güzel değildi. O gün bugün hiç sevmedi soluk renkleri. “ Kalp krizi” dedi gelen doktor. Kırk yaşındaki kadın kalp krizinden ölür mü?  Ölmüştü işte. Annesinden sonra babası sersem gibi olmuştu abisi ise eve barka girmez oldu. Halası geldi yanlarına ama o da yaşlı bir garip kadındı alışamadılar.  Liseyi bitirince bir arkadaşıyla önce Almanya’ya oradan da Amerika’ya gitti abisi bir daha gelmedi.  İlk yıllarda birkaç mektup sonra bir iki telefon daha sonra bağlantı kopmuştu tamamen.   Azmetmişti ne yaptı etti üniversite imtihanlarını kazanıp işletme okudu kendisi. Zavallı babası elindeki azıcık maaşıyla okuttu onu. Sanıyordu ki mezun olur olmaz iyi bir iş bulacak hayatını kurtaracak. Ne gezer mezun olduktan üç yıl sonra o da bir akrabanın ricasıyla bu işi bulabildi. Beş yıldır çalışıyordu ama şimdi o da bitti işte. İşyerinde tanışmıştı kocasıyla. Sevmişlerdi birbirlerini. Bir yıllık flörtün ardından evlendiler. Babası halasının ölümünden sonra emekli olup kendi arzusuyla bir huzurevine yerleşmişti. “ Mutluyum burada. Arkadaşlarım var oyalanıyorum” diyordu yaşlı adam. Evliliğinde önceleri her şey yolunda gidiyordu. Çocukları olmasını çok istediler. Hele kocası tek çocuk olmanın da verdiği baskıyla tutku derecesinde istiyordu çocuklarının olmasını. Bir yıl, iki yıl beklediler olmadı. Sonunda bir doktora gittiler bir sürü test ve ilacın sonunda ancak tüp bebek yöntemiyle olabilir dedi doktor. Pahalıydı tüp bebek ama kayınpederi yardım etti iki kere denediler tutmadı. Kredi çekti kocası bir kez daha denediler yine olmadı.  Eğer bir çocuk sahibi olamazsa kocasının kendisini bırakacağını biliyordu genç kadın. Kendisi çekti krediyi bir kez daha denedi yine olmadı. Bir kredi bir kredi daha tam altı kez denediler dün yine olumsuz cevap geldi hastaneden ve boşanmak için mahkemeye başvurduğunu söyledi kocası. Zaten uzun zamandır bozuktu artık araları. Yalvardı ağladı, evlat edinelim dedi ama nafile. Adam kendi kanından bir çocuk istiyordu ve çocuğu olmayan kendisiydi o zaman adamı serbest bırakmalıydı. Ateşli aşkları çocuk arzusunun karşısında küle dönmüştü.
       Terk edilişinin şokunu atlatamamışken bir de patron işine son verince ne yapacağını şaşırdı.  Biliyordu borçlarını ödemeye yardım etmezdi kocası niye etsin ki zaten boşanıyorlardı. Sersemlemiş vaziyette yalnız ve çaresiz bir halde eve geldiğinde eşyalarının neredeyse hepsinin kocası tarafından taşınmış olduğunu görmek her şeye tuz biber ekti. Kendi özel eşyaları ve üç aylık birikmiş kira ile ödenmemiş apartman aidatları kalmıştı ona. Evliliği, çocuk sahibi olma hayalleri, yıllardır çalıştığı işi hatta bir evi bile yoktu artık.  Boş evde nasıl olduysa taşıyıcıların gözünden kaçmış sandalyenin üzerine oturup saatlerce ağladı.  Sabah yağan yağmura aldırmadan boşluğa daha fazla tahammül edemeyerek attı kendini sokağa işte ayaklarının onu getirdiği son nokta bu mendireğin soğuk kayalarıydı. Ölmeyi hiç istemiyordu aslında ama yaşamak için bir sebep bulamıyordu. Zorlanarak kalkmaya çalıştı oturduğu yerden martıyı hiç görmemişti. Hayvanın kanadı nasıl olduysa çarptı omzuna ve savurdu onu denize doğru kayaların üstüne. Nasıl oldu hangi güçle tutundu bilemedi ama tutundu kayalara, denize düşmekten son anda kurtulmuştu. Biraz önce ölmeye karar vermiş kadın şimdi yaşamak için var gücüyle tutunuyordu yosunlu kayaya.
       Her sabah işine gitmek için sahil yolunu seçen ve denizin kokusunu içine çekerek yürümekten hoşlanan bir adam düştüğünü gördü. Kendisi gibi işe gidenlerle kalabalıklaşmış yolda bağırıp yardım isteyerek koştu mendireğe. O adam ve arkadan yetişen bir iki kişi yardımlaşarak kurtardılar kadını, sonrası ambulans ve hastane. 
      Kendine geldiğinde bir hemşire serumunu değiştiriyordu. Telaşlandı hemen dışarıya seslenip doktoru çağırmalarını söyledi.  “ Ne oldu?” diye sordu bitkin genç kadın.
“ Denize düşmüşsünüz”
“ Atladım mı düştüm mü?”
“ Bir martı çarpmış size dengenizi kaybedip kontrolsüz bir şekilde düşmüşsünüz kayalara çarpmışsınız her yerinizi, kolunuzda bir kırık var ayrıca pek çok ta yaranız, bereniz. Allahtan görmüşler düştüğünüzü de yetişip kurtarmışlar. Birazdan doktor gelecek, size durumunuz hakkında daha ayrıntılı bilgi verir” dedi ve acele hareketlerle çıktı odadan hemşire. 
      Kadın boş, boş baktı bir an çevresine. O hiç sevmediği ne yeşil ne mavi olduğu belli soluk renkle boyalıydı duvarlar. Yatağının tam karşısında kapalı bir televizyon vardı. Sağ tarafında ise yine gri beton bir duvara bakan büyük bir pencere.  Kolunu kaldırmaya çalıştı alçılıydı. Diğer kolu ise hareket ettirmeye çalıştıkça zonkluyordu. Daha nerem yaralı diye orasını burasını yoklamaya çalışırken genç bir doktor elinde bir dosya ile odaya girdi.
      “ Merhaba, nasılsınız? Kendinize gelmenize sevindim.  Geldiğinizde kendinizi kaybetmiştiniz ayıldığınızda ise bilinciniz tam olarak yerinde değildi çırpınıyordunuz o nedenle sonrasında da biz uyuttuk sizi hemen, hemen bir gündür uyuyorsunuz. Hemşire arkadaşlar söylemişlerdir belki ama tehlikeli bir düşüşü ucuz atlatmışsınız.  Sadece sağ ön kolunuzun…” bu arada alçılı kolunu eline alarak alçının üzerinden kırığın nerede olduğunu gösterdi “dirseğe yakın kısmında bir kırık var. Vücudunuzun çeşitli yerlerinde sürtünme ve çarpmaya dayalı açık yaralar ve ezikler mevcut ancak hayati bir önem taşımıyorlar. Hepsi için tedavimizi yapıyoruz. Biraz baldırınızdaki yara sizi zorlayabilir. Çünkü orada ciddi bir kesik var ama dikişe gerek görmedik yapılan tedavi sonucunda iyileşecektir. Ha bu arada biz durumuzu eşinize bildirdik” dedi. Elindeki dosyayı yatağın ayakucundaki masaya bırakarak açtı ve içine bir şeyler yazmaya başladı. İşini bitirince tekrar genç kadına döndü;
      “ Yalnız bir durum var. Hastaneye getirildiğinizde herhangi bir iç kanama var mı diye teferruatlı bir incelemeden geçirdik sizi ve bu arada bir şey tespit ettik.” Genç doktor sözünün burasında durdu, elindeki kalemi parmakları arasında çevirdi yutkundu ve sıkıntıyla devam etti “ Rahminizde bir kitle tespit ettik” dedi “ Şimdi izniniz olursa bu kitleden parça alarak ne olduğuna bakmak istiyoruz”
      “ Nee?” diye adeta bağırdı genç kadın “ Kanser mi oldum şimdi?”
      “ Hayır, hayır” dedi telaşla doktor,  “ henüz hiçbir şey bilmiyoruz ama parça alıp patolojik olarak inceleyebilirsek ne olduğunu anlayacağız. Yoksa başka hiçbir veri sizin kanser olduğunuzu göstermiyor”
      Genç kadın gülmeye başladı. Hatta öyle ki gülmesi biraz sonra kahkahalara dönüştü. Doktor şaşırdı       “ hayrola bakıyorum pek sevindiniz bu habere” dedi kızgın ve şaşkın bir edayla.
      “Kusura bakmayın doktor bey öyle şeyler yaşıyorum ki son günlerde hayatım hızla bir Yeşilçam filmine dönüşmeye başladı. Bir hastalık eksikti o da geldi tamam oldu. Kendimi Filiz Akın gibi hissetmeye başladım Biraz sonra biri gelip ben senin annenim ya da babanım derse şaşırmayacağım vallahi” Bu sözler üzerine doktor da gülümsedi. “ Şimdi şu izin belgesini imzalarsanız hemen işlemlere başlar en kısa sürede de parça alımını yaparız. Ancak kitlenin yeri sebebiyle bu operasyon genel anestezi altında yapılacak bilginiz olsun”  diyerek imzalaması için belgeyi kadına uzattı.  İmzalandıktan sonra da “Daha sonra görüşürüz. Operasyonun zamanını size haber veririm” dedi ve gitti.
      Yine yalnız kalmıştı odada. Kendini zorlayarak ve seruma dikkat ederek kalktı yataktan.  Pencerenin önüne dikildi. “ İşte” dedi kendi kendine “ ölmeyi istiyordun, beceremedin,  bak ölüm kendi geliyor sana.” Ağlamak bile gelmiyordu içinden. Uzun, uzun pencerenin korkunç manzarası beton duvara baktı. Tamam demiş imzalamıştı belgeyi ama işi yok, sigortası yoktu bu hastane masraflarını nasıl karşılayacaktı. Hastaneden çıktığında gidecek bir evi bile yoktu “ Allahım ne yapacağım ben. Bari çabuk al canımı da çabuk bitsin her şey” Bacağı çok ağrıyınca yatağına dönmek üzere hamle etti. İşte tam o sırada gördü onu. Hayretle tekrar pencereye dönüp camı açtı serumun ve alçının izin verdiği ölçüde dışarıya sarkıp doğru mu görüyorum diye baktı. Kupkuru beton duvarın çatlağında mini minnacık bir dal ve ucunda bir yeşil yaprak adeta ona gülümsüyorlardı. “ Allah,  Allah başka yer bulamadın da mı orada çıktın sen yaprak? Hay Allah ne de güzelsin öyle, çok sürmez ömrün ama göreceğiz bakalım” dedi sanki yaprak onu duyabilirmiş gibi.  Dışarıdaki havayı içine çekti burnuna egzoz kokusu geldi.  “Yol var anlaşılan duvarın üst tarafında ah benim gibi senin de hiç şansın yok yeşil yaprak ikimiz de ölüme mahkumuz biz” diye düşünüp karamsarlık içinde yatağına döndü. Akşama doğru çalan cep telefonuyla heyecanlandı. Kocası arıyordu. Kuru bir sesle kendisini hastaneden aradıklarını bir kaza geçirmiş olduğunu söylediklerini anlattı adam. “Şimdi nasılsın?” dedi ilgisizce.
      “ Daha iyiyim. Kolum kırık birkaç ta yaram var ama iyiyim. Beni işten çıkardı patron duymuşsundur. Evdeki eşyaları da sen almışsın?”dedi kadın sitemle “Evet öyle oldu” dedi adam aynı soğuk ilgisiz sesle “ İşten çıkarılmana üzüldüm ama herhalde tekrar bir iş bulursun. Neyse ben şu boşanma belgelerini yarın avukatım sana getirsin de imzala diye aramıştım. Hastanede olduğuna göre mahkemeye gelemezsin, zaten gerek yok. Belgeyi imzalayınca tek celsede biter. Tamam mı? “ dedi yine kadının içini buz gibi yaparak.
      “ Tamam” dedi kadın boğazına bir şey takılmış konuşamamıştı.
      “ İyi o zaman” dedi kocası ve kapatıverdi telefonu. Ne kazanın nasıl olduğunu sormuş, ne bir geçmiş olsun demişti. Elindeki telefona anlamsızca baktı genç kadın sonra fırlattı yatağın üzerine.         “ Hain, alçak “ diye ağladı bir müddet. Kocasından bir umut yoktu anlaşılan.  Aşkıda yalan sevgisi de demekki, damızlık olarak evlenmişti onunla, isteğini veremeyince de atıvermişti işte.  Kırık kolunun ağrısı şiddetlendi dayanamayacak noktaya gelince hemşireyi çağırıp bir ilaç vermelerini istedi.  Ona ağrı kesici bir iğne yapan hemşire “ Yarın sizi operasyona alacağız sabah hiçbir şey yemeyin” dedi ve gitti. Hemşirenin arkasından bakan kadın “ Demek çabuk olacak Allah duamı duydu inşallah” diye düşündü sonra telefonuna uzandı “ babamı aramalıyım ”dedi. Balıkesir’ de bir huzur evinde kalıyordu babası, gelemezdi yaşlı adam ama hiç olmazsa haberi olsun. Aniden ölüm haberi ile karşılaşmasın. Öleceğinden o kadar emindi.
      Parça alımı operasyonunun ardından sıkıntılı bir bekleme süreci başlamıştı. Bu arada işten ayrılmış olsa da hastane ve tedavi masraflarının SGK tarafından karşılanacağı haberi bir müjde gibi geldi. Uzun zamandan beri ilk defa iyi bir şey duymuştu. Akşam yemeğinden sonra camın önünde otururken duvardaki bitkinin ne kadar büyüdüğünü görerek şaşırdı. O küçük yaprak şimdi duvardan aşağıya doğru kırmızı çiçeklerle uzayan bir kalın dal oluvermişti. Çiçeğin yaşama gücü ve azminden etkilendi genç kadın. “ Şu çiçek kadar olamadım” dedi kendi kendine “ Bittiği yer beton duvar bir gram toprak yok altında soluduğu hava egzoz dumanı ama o yılmadı mücadele etti bak şimdi nasıl büyüdü. Büyümekle kalmadı o çirkin betonu nasıl güzelleştirdi. Hayat mücadele edene bir şekilde bir yol gösteriyordu muhakkak. Peki,  ya kendisi o mücadeleyi yapabilmiş miydi?  Düşündü kadın şu çiçek bile yılmadan yaşamaya çalışırken o ilk bozgunda ölmeyi dileyecek kadar korkak çıkmıştı. Evet,  bir korkaktı zorluklardan korkan, savaşmaktan korkan pısırığın tekiydi. Hemen kaçmaya çalışmıştı.  Bırakıp gitmek kolaydı tabi. Öl ve kurtul. Ne iyi ya üstelik ölümün bir kurtuluş olup olmadığını bile bilmeden. Utandı kendinden kadın. “ İntihar edecektim bir de” diye düşünüp üzüldü. Ne vardı yani çocuğu olmadıysa bu dünyada çocuğu olmayan milyonlarca kadın yaşıyordu hepsi ölmek istese insanları gömecek yer kalmazdı dünyada. Ya kocası? Terk ettiyse bu onun bileceği işti.  O sevmişti kocasını,  elinden gelen ne varsa yapmıştı yuvasını kurtarmak için istemiyorsa onun bileceği işti. Hem kendini sevmeyen bir adamla bir ömür geçirmektense yalnız yaşardı daha iyi. İşi yoksa bir yenisi bulunurdu elbet.  Kaç yıllık tecrübesi kapı gibi diploması vardı. Hemen bakmaya başlamalıydı ilanlara mutlaka bir şey çıkardı. Allah bir kapıyı kapatırsa bir başkasını açar denmez miydi zaten. Borçlar içinse konuşurdu bankalarla yapılandırma mapılandırma bir şey önerirlerdi herhalde canını alacak halleri yoktu ya hem ödemeyeceğim demiyordu ki iş bulunca ödeyeceğim diyordu. Bir umut dalgası sardı içini. “ Yaşamak için bir sebep yok” derken mendireğin başında oysa şimdi yaşamın kendisinin yaşamak için sebep olduğunu anlamıştı. Akşamla birlikte yavaş,  yavaş karanlıkta kalan çiçeğe minnetle baktı onun azmi göstermişti hayatın değerini. Yatağına dönerken hastalığı konusunda tevekkül olmaya karar verdi. Kötü çıkarsa sonuçlar tedavisini olur ne olacağına bakardı, zaten yapılacak ta başka bir şey yoktu. Hastaneye yattığından beri ilk defa huzurla uyudu o gece.
      Ertesi günü vizit saatinde birkaç kişilik bir grup halinde girdiler odasına doktorlar biri; “ Sonuçlarınız belli oldu” dedi, kalbi küt, küt attı kadının.
      “Korkmayın kanser değilsiniz” dedi ona bakan önceki genç doktor. “ Bir kitle olduğu doğru ama hayati tehlike yaratmayan bir kitle ancak size başka bir açıdan zarar veriyor. Onun yüzünden hamile kalamıyorsunuz”
      “ Fakat” dedi genç kadın  “ ben çok tedavi oldum hatta tam altı kez tüp bebek denedim kimse bana böyle bir şey söylemedi” dedi itirazla
      “ Valla tüp bebek konusu farklı bir konu onlar nasıl incelediler bilemem ama demek ki fark etmemişler sizin durumunuz kesin hem de hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde şimdi eğer ameliyatla o kitleyi almamıza izin verirseniz çocuk sahibi olma yetiniz açısından hiçbir sorun kalmayacak. Tüp bebeğe falan ihtiyaç duymadan normal yollarla hamile kalabilirsiniz. Ne dersiniz ameliyat için gün alalım mı cerrahiden?”
      Genç kadın boynuna sarılmak istediği doktora gözyaşları içinde “Olur” dedi. Dotorlar gider gitmez fırladı yataktan pencereye gitti. Camı açıp artık iyice dallanıp budaklanmış çiçeğe bağırdı;
      “ Yaşayacağım.”
      Bir hafta sonra başarılı bir operasyonla ameliyat oldu. Artık tamamen sağlıklıydı. Şimdi onu düşündüren şey taburcu olduktan sonra nereye gideceğiydi. Ev sahibi birkaç gün önce aramış durumunu anlatıp ondan ödenmemiş kiralar için mühlet istemişti kadın ama eve gitse yatacak yatağı bile yoktu alacak parası da. Aslında Balıkesir’ e yerleşmeye karar vermişti ama onun içinde para lazımdı. Utana sıkıla bir arkadaşını aradı olanları anlatıp kendisine yardım edip edemeyeceğini hastaneden çıktıktan sonra biraz onun evinde kalıp kalamayacağını sordu. Arkadaşının olumlu cevabı ile rahatlayan kadın günlerini iş ilanlarına bakarak taburcu edilmeyi sabırsızlıkla beklemeye başladı. Kafasının gerisinde bir ses arkadaşında birkaç günden fazla kalamayacağını bu arada muhakkak bir çare bulması gerektiğini söylese de o sesi duymamaya çalıştı. Ses beyninin içinde yankılanmaya başladığında pencereden artık iyice büyüyüp serpilmiş çiçeğe bakıyordu.
      “Sizi yarın taburcu edebiliriz” dedikleri gündü, kapısının önünde birinin onu sorduğunu duyup meraklandı yatağından doğrulup kimmiş diye bakacağı sırada odaya bir adam girdi önce tanıyamadı gireni sonra küçük bir çığlık atıp fırladı yataktan;
      “Abi! Aman Allahım gerçekten sensin nereden çıktın? Nasıl geldin ?” diye bağırarak sarıldı gülümseyerek kollarını açan ağabeyine.
      Babası umutsuzluk içinde durumunu ona anlattığı gün telefon etmişti Amerika’ya. Olanları öğrenen abisi yıllar sonra terk ettiği ülkesine onun için dönmüştü.  İki kardeş özlemle sarıldılar birbirlerine. Saatlerce konuştular. Kocasını, nasıl terk edildiğini her şeyi anlattı ona. Abisi de ona anlattı. Amerika’da ilk yıllar çok sıkıntı çekmiş ancak orada tanıştığı başka bir Türk’ le bir temizlik şirketi kurmuşlar durumları düzeltmişler hatta artık zengin bile sayılabilirmiş. Evlenmiş, ağabeyi iki tanede çocuğu varmış. Birkaç yıldır babasıyla telefonlaşıyorlarmış ama çok istemesine rağmen tepkisinden çekindiği için onu arayamamış falan filan. Şimdi buradaymış.  Ertesi günü hastaneden birlikte çıktılar. Abisi bütün faturalarını banka borçlarını birikmiş kiralarını ödedi. Mucize gibiydi her şey. Onu arkadaşına göndermeyip kendi kaldığı otele götürdü. Biraz dinlendikten, birlikte İstanbul’ u gezdikten sonra Balıkesir’ e babalarını görmeye gittiler. Orada abisi ikisini de Amerika’ ya götürmek istediğini söyledi fakat bu teklifi kabul etmedi yaşlı adam “ Ben burada mutluyum sen kardeşini götür yanında, o daha genç yeni bir başlangıç yapabilir çok ta iyi olur” dedi. Resmi işlemleri hızla tamamlayıp rüya gibi geçen günlerden sonra yeni umutlara uçuverdiler.
      Huzur evinin bahçesinde elindeki telefona bakarak gülen yaşlı adam arkadaşına seyrettiği videoyu göstererek;  “ Bak bunlar benim çocuklarım. Bu oğlum, bu onun karısı, şu kucağında çocuk olan güzel kadın var ya o da kızım. Yanında ki kocası oğlumun ortağı aynı zamanda kucağındaki bebek ise onun kızı yani benim yeni torunum. Ne güzeller değil mi?”  dedi gururla.
      “ Arkadaki şu çiçekli ağaç ta ne güzelmiş” dedi arkadaşı
      “ Ya çok güzel, tohumunu buradan götürdü kızım memleket koksun oralar diye” dedi yaşlı adam videoyu başa aldı gülerek kendine el sallayan çocuklarına tekrar bakmaya başladı.
                                                                                                                                             
✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿


                                                                                                                               Esra Gürel Şen- 2018




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar