Ömür akan su gibidir, durmadan yenilenir.
Hz. Mevlana
YAŞAMAK İÇİN
Denizin kenarında denize bakarak ama onu görmeden
dikiliyordu genç kadın. Yağan yağmurun altında o kadar uzun zamandır duruyordu
ki denizden bile daha ıslaktı. Yağmur mu yoksa gözyaşımı olduğunu ayırt
edemediği ıslaklığı elinin tersiyle silmeye çalıştı gözlerinden.
Hareketsizlikten bunalmış olmalı ki yürümeye başladı. Etrafta kimse yoktu yine
de bakındı çevresine “ şurada denize atlayıp ölsem kimse görmez” diye düşündü.
Yürümeye devam ederken bu düşünce kafasında git gide şekillendi.
“ Niye yaşıyorum
ki?” dedi kendine “ Neyim var, neyim yoksa bugün kaybettim. Artık ne bir işim
ne de bir eşim var, çocuğum zaten olmayacak aile desen herkes kendi havasında.
Amerika’ daki ağabeyin mi gelip yardım edecek sana huzur evindeki baban mı?
Annen bu dünyadan gideli neredeyse yirmi yıl oldu. Kimin umurundasın ha kimin?”
Kendi kendine yüksek sesle konuştuğunun farkına varınca isterik bir kahkaha
attı. “ Deliriyorum yavaş, yavaş” dedi tekrar yüksek sesle. Yürümeye devam
etti. “ Bu dünyada kalmak için bir sebebim yok ne bir amacım ne de bir çarem
var.” Mendirek tam karşısında duruyordu taşların üzerine tırmandı kenardaki
ince yoldan ucuna doğru yürümeye başladı. Atlamaya karar vermiş gibiydi. “
Yaşasam ki nasıl yaşayacağım borç gırtlağı aşmış bankalar iki günden yakama yapışır,
memleketin hali malum bu işsizlikte işte bulamam. Alçak patron ekonomik krizi
bahane edip on beş kişiyi hiç utanmadan koyuverdi kapının önüne ama Allah verir
cezasını kalmaz yanına” Allah aklına
gelince içini bir korku aldı. Müslümanlığın en büyük günahlarından biriydi
intihar. Bu dünya ona hiç cennet olmamıştı eğer intihar edecekse öbür dünyada
olmayacaktı anlaşılan. Yeniden korktu. “ Allahım sana karşı geliyorum ama anla
beni ne olur hiç çarem kalmadı” dedi denize doğru bakıp, yürümeye devam etti.
Mendireğin ucuna
az kalmıştı. Yağmurun dindiğini fark etti.
Başını kaldırıp gökyüzüne baktı uzakta bulutların arasından bir
gökkuşağı belli belirsiz renkleniyordu. Gülümsedi herkes gibi o da severdi
gökkuşağını. Renkleri umut verirdi
insana ama bugün o bile soluktu. Gülümsemesi acı bir hal aldı, yerleşti yüzüne
martıların çığlıkları duyuldu uzaktan. Yorulduğunu hissetti, ıslak giysileri
üşütmeye başlamıştı. Olduğu yere çöktü, yere oturdu. Ayaklarını kenardaki
kayaların üzerine uzattı. Geçmişi düşünmeye başladı. Nedense anıları
canlanıvermişlerdi birden.
Annesi öldüğünde on yaşında bir ilkokul
öğrencisiydi. Bir kış günü abisiyle birlikte okuldan eve gelmişler ama kapı
açılmamıştı. Çalmışlar yumruklamışlar
hatta abisi tekmelemişti bile kapıyı ama açılmamıştı. Çaresiz babasını
beklemişler o gelince birlikte içeriye girmişler ve annesini salondaki divanın
üzerinde uyur vaziyette bulmuşlardı. Yaklaşınca uymadığını anladılar.
Kadıncağızın rengi normal insan rengi değildi. Beyaz desen beyaz değil mavi
desen mavi değil gri desen gri değil öyle tuhaf bir renk. Oysa güzel kadındı
annesi fakat bu renk hiç güzel değildi. O gün bugün hiç sevmedi soluk renkleri.
“ Kalp krizi” dedi gelen doktor. Kırk yaşındaki kadın kalp krizinden ölür mü? Ölmüştü işte. Annesinden sonra babası sersem
gibi olmuştu abisi ise eve barka girmez oldu. Halası geldi yanlarına ama o da
yaşlı bir garip kadındı alışamadılar.
Liseyi bitirince bir arkadaşıyla önce Almanya’ya oradan da Amerika’ya
gitti abisi bir daha gelmedi. İlk yıllarda
birkaç mektup sonra bir iki telefon daha sonra bağlantı kopmuştu tamamen. Azmetmişti ne yaptı etti üniversite
imtihanlarını kazanıp işletme okudu kendisi. Zavallı babası elindeki azıcık
maaşıyla okuttu onu. Sanıyordu ki mezun olur olmaz iyi bir iş bulacak hayatını
kurtaracak. Ne gezer mezun olduktan üç yıl sonra o da bir akrabanın ricasıyla
bu işi bulabildi. Beş yıldır çalışıyordu ama şimdi o da bitti işte. İşyerinde
tanışmıştı kocasıyla. Sevmişlerdi birbirlerini. Bir yıllık flörtün ardından
evlendiler. Babası halasının ölümünden sonra emekli olup kendi arzusuyla bir
huzurevine yerleşmişti. “ Mutluyum burada. Arkadaşlarım var oyalanıyorum”
diyordu yaşlı adam. Evliliğinde önceleri her şey yolunda gidiyordu. Çocukları
olmasını çok istediler. Hele kocası tek çocuk olmanın da verdiği baskıyla tutku
derecesinde istiyordu çocuklarının olmasını. Bir yıl, iki yıl beklediler
olmadı. Sonunda bir doktora gittiler bir sürü test ve ilacın sonunda ancak tüp
bebek yöntemiyle olabilir dedi doktor. Pahalıydı tüp bebek ama kayınpederi
yardım etti iki kere denediler tutmadı. Kredi çekti kocası bir kez daha
denediler yine olmadı. Eğer bir çocuk
sahibi olamazsa kocasının kendisini bırakacağını biliyordu genç kadın. Kendisi
çekti krediyi bir kez daha denedi yine olmadı. Bir kredi bir kredi daha tam
altı kez denediler dün yine olumsuz cevap geldi hastaneden ve boşanmak için
mahkemeye başvurduğunu söyledi kocası. Zaten uzun zamandır bozuktu artık
araları. Yalvardı ağladı, evlat edinelim dedi ama nafile. Adam kendi kanından bir
çocuk istiyordu ve çocuğu olmayan kendisiydi o zaman adamı serbest
bırakmalıydı. Ateşli aşkları çocuk arzusunun karşısında küle dönmüştü.
Terk edilişinin şokunu atlatamamışken bir de
patron işine son verince ne yapacağını şaşırdı. Biliyordu borçlarını ödemeye yardım etmezdi
kocası niye etsin ki zaten boşanıyorlardı. Sersemlemiş vaziyette yalnız ve
çaresiz bir halde eve geldiğinde eşyalarının neredeyse hepsinin kocası
tarafından taşınmış olduğunu görmek her şeye tuz biber ekti. Kendi özel eşyaları
ve üç aylık birikmiş kira ile ödenmemiş apartman aidatları kalmıştı ona. Evliliği,
çocuk sahibi olma hayalleri, yıllardır çalıştığı işi hatta bir evi bile yoktu
artık. Boş evde nasıl olduysa
taşıyıcıların gözünden kaçmış sandalyenin üzerine oturup saatlerce ağladı. Sabah yağan yağmura aldırmadan boşluğa daha
fazla tahammül edemeyerek attı kendini sokağa işte ayaklarının onu getirdiği
son nokta bu mendireğin soğuk kayalarıydı. Ölmeyi hiç istemiyordu aslında ama
yaşamak için bir sebep bulamıyordu. Zorlanarak kalkmaya çalıştı oturduğu yerden
martıyı hiç görmemişti. Hayvanın kanadı nasıl olduysa çarptı omzuna ve savurdu
onu denize doğru kayaların üstüne. Nasıl oldu hangi güçle tutundu bilemedi ama
tutundu kayalara, denize düşmekten son anda kurtulmuştu. Biraz önce ölmeye
karar vermiş kadın şimdi yaşamak için var gücüyle tutunuyordu yosunlu kayaya.
Her sabah işine
gitmek için sahil yolunu seçen ve denizin kokusunu içine çekerek yürümekten hoşlanan
bir adam düştüğünü gördü. Kendisi gibi işe gidenlerle kalabalıklaşmış yolda
bağırıp yardım isteyerek koştu mendireğe. O adam ve arkadan yetişen bir iki
kişi yardımlaşarak kurtardılar kadını, sonrası ambulans ve hastane.
Kendine
geldiğinde bir hemşire serumunu değiştiriyordu. Telaşlandı hemen dışarıya
seslenip doktoru çağırmalarını söyledi. “ Ne oldu?” diye sordu bitkin genç kadın.
“ Denize düşmüşsünüz”
“ Atladım mı düştüm mü?”
“ Bir martı çarpmış size dengenizi kaybedip kontrolsüz bir
şekilde düşmüşsünüz kayalara çarpmışsınız her yerinizi, kolunuzda bir kırık
var ayrıca pek çok ta yaranız, bereniz. Allahtan görmüşler düştüğünüzü de
yetişip kurtarmışlar. Birazdan doktor gelecek, size durumunuz hakkında daha
ayrıntılı bilgi verir” dedi ve acele hareketlerle çıktı odadan hemşire.
Kadın boş, boş
baktı bir an çevresine. O hiç sevmediği ne yeşil ne mavi olduğu belli soluk
renkle boyalıydı duvarlar. Yatağının tam karşısında kapalı bir televizyon
vardı. Sağ tarafında ise yine gri beton bir duvara bakan büyük bir
pencere. Kolunu kaldırmaya çalıştı alçılıydı.
Diğer kolu ise hareket ettirmeye çalıştıkça zonkluyordu. Daha nerem yaralı diye
orasını burasını yoklamaya çalışırken genç bir doktor elinde bir dosya ile
odaya girdi.
“ Merhaba,
nasılsınız? Kendinize gelmenize sevindim. Geldiğinizde kendinizi kaybetmiştiniz
ayıldığınızda ise bilinciniz tam olarak yerinde değildi çırpınıyordunuz o
nedenle sonrasında da biz uyuttuk sizi hemen, hemen bir gündür uyuyorsunuz. Hemşire
arkadaşlar söylemişlerdir belki ama tehlikeli bir düşüşü ucuz
atlatmışsınız. Sadece sağ ön kolunuzun…”
bu arada alçılı kolunu eline alarak alçının üzerinden kırığın nerede olduğunu
gösterdi “dirseğe yakın kısmında bir kırık var. Vücudunuzun çeşitli yerlerinde
sürtünme ve çarpmaya dayalı açık yaralar ve ezikler mevcut ancak hayati bir
önem taşımıyorlar. Hepsi için tedavimizi yapıyoruz. Biraz baldırınızdaki yara
sizi zorlayabilir. Çünkü orada ciddi bir kesik var ama dikişe gerek görmedik
yapılan tedavi sonucunda iyileşecektir. Ha bu arada biz durumuzu eşinize
bildirdik” dedi. Elindeki dosyayı yatağın ayakucundaki masaya bırakarak açtı ve
içine bir şeyler yazmaya başladı. İşini bitirince tekrar genç kadına döndü;
“ Yalnız bir
durum var. Hastaneye getirildiğinizde herhangi bir iç kanama var mı diye
teferruatlı bir incelemeden geçirdik sizi ve bu arada bir şey tespit ettik.”
Genç doktor sözünün burasında durdu, elindeki kalemi parmakları arasında
çevirdi yutkundu ve sıkıntıyla devam etti “ Rahminizde bir kitle tespit ettik”
dedi “ Şimdi izniniz olursa bu kitleden parça alarak ne olduğuna bakmak
istiyoruz”
“ Nee?” diye
adeta bağırdı genç kadın “ Kanser mi oldum şimdi?”
“ Hayır, hayır”
dedi telaşla doktor, “ henüz hiçbir şey
bilmiyoruz ama parça alıp patolojik olarak inceleyebilirsek ne olduğunu
anlayacağız. Yoksa başka hiçbir veri sizin kanser olduğunuzu göstermiyor”
Genç kadın
gülmeye başladı. Hatta öyle ki gülmesi biraz sonra kahkahalara dönüştü. Doktor
şaşırdı “ hayrola bakıyorum pek sevindiniz bu habere”
dedi kızgın ve şaşkın bir edayla.
“Kusura bakmayın
doktor bey öyle şeyler yaşıyorum ki son günlerde hayatım hızla bir Yeşilçam
filmine dönüşmeye başladı. Bir hastalık eksikti o da geldi tamam oldu. Kendimi
Filiz Akın gibi hissetmeye başladım Biraz sonra biri gelip ben senin annenim ya
da babanım derse şaşırmayacağım vallahi” Bu sözler üzerine doktor da gülümsedi.
“ Şimdi şu izin belgesini imzalarsanız hemen işlemlere başlar en kısa sürede de
parça alımını yaparız. Ancak kitlenin yeri sebebiyle bu operasyon genel
anestezi altında yapılacak bilginiz olsun”
diyerek imzalaması için belgeyi kadına uzattı. İmzalandıktan sonra da “Daha sonra görüşürüz.
Operasyonun zamanını size haber veririm” dedi ve gitti.
Yine yalnız
kalmıştı odada. Kendini zorlayarak ve seruma dikkat ederek kalktı
yataktan. Pencerenin önüne dikildi. “
İşte” dedi kendi kendine “ ölmeyi istiyordun, beceremedin, bak ölüm kendi geliyor sana.” Ağlamak bile
gelmiyordu içinden. Uzun, uzun pencerenin korkunç manzarası beton duvara baktı.
Tamam demiş imzalamıştı belgeyi ama işi yok, sigortası yoktu bu hastane
masraflarını nasıl karşılayacaktı. Hastaneden çıktığında gidecek bir evi bile
yoktu “ Allahım ne yapacağım ben. Bari çabuk al canımı da çabuk bitsin her
şey” Bacağı çok ağrıyınca yatağına dönmek üzere hamle etti. İşte tam o sırada gördü
onu. Hayretle tekrar pencereye dönüp camı açtı serumun ve alçının izin verdiği
ölçüde dışarıya sarkıp doğru mu görüyorum diye baktı. Kupkuru beton duvarın
çatlağında mini minnacık bir dal ve ucunda bir yeşil yaprak adeta ona
gülümsüyorlardı. “ Allah, Allah başka
yer bulamadın da mı orada çıktın sen yaprak? Hay Allah ne de güzelsin öyle, çok
sürmez ömrün ama göreceğiz bakalım” dedi sanki yaprak onu duyabilirmiş
gibi. Dışarıdaki havayı içine çekti
burnuna egzoz kokusu geldi. “Yol var
anlaşılan duvarın üst tarafında ah benim gibi senin de hiç şansın yok yeşil
yaprak ikimiz de ölüme mahkumuz biz” diye düşünüp karamsarlık içinde yatağına
döndü. Akşama doğru çalan cep telefonuyla heyecanlandı. Kocası arıyordu. Kuru
bir sesle kendisini hastaneden aradıklarını bir kaza geçirmiş olduğunu
söylediklerini anlattı adam. “Şimdi nasılsın?” dedi ilgisizce.
“ Daha iyiyim.
Kolum kırık birkaç ta yaram var ama iyiyim. Beni işten çıkardı patron
duymuşsundur. Evdeki eşyaları da sen almışsın?”dedi kadın sitemle “Evet öyle
oldu” dedi adam aynı soğuk ilgisiz sesle “ İşten çıkarılmana üzüldüm ama
herhalde tekrar bir iş bulursun. Neyse ben şu boşanma belgelerini yarın
avukatım sana getirsin de imzala diye aramıştım. Hastanede olduğuna göre
mahkemeye gelemezsin, zaten gerek yok. Belgeyi imzalayınca tek celsede biter.
Tamam mı? “ dedi yine kadının içini buz gibi yaparak.
“ Tamam” dedi
kadın boğazına bir şey takılmış konuşamamıştı.
“ İyi o zaman”
dedi kocası ve kapatıverdi telefonu. Ne kazanın nasıl olduğunu sormuş, ne bir
geçmiş olsun demişti. Elindeki telefona anlamsızca baktı genç kadın sonra
fırlattı yatağın üzerine. “ Hain, alçak “ diye ağladı bir müddet.
Kocasından bir umut yoktu anlaşılan.
Aşkıda yalan sevgisi de demekki, damızlık olarak evlenmişti onunla,
isteğini veremeyince de atıvermişti işte.
Kırık kolunun ağrısı şiddetlendi dayanamayacak noktaya gelince hemşireyi
çağırıp bir ilaç vermelerini istedi. Ona
ağrı kesici bir iğne yapan hemşire “ Yarın sizi operasyona alacağız sabah
hiçbir şey yemeyin” dedi ve gitti. Hemşirenin arkasından bakan kadın “ Demek
çabuk olacak Allah duamı duydu inşallah” diye düşündü sonra telefonuna uzandı “
babamı aramalıyım ”dedi. Balıkesir’ de bir huzur evinde kalıyordu babası,
gelemezdi yaşlı adam ama hiç olmazsa haberi olsun. Aniden ölüm haberi ile
karşılaşmasın. Öleceğinden o kadar emindi.
Parça alımı
operasyonunun ardından sıkıntılı bir bekleme süreci başlamıştı. Bu arada işten
ayrılmış olsa da hastane ve tedavi masraflarının SGK tarafından karşılanacağı
haberi bir müjde gibi geldi. Uzun zamandan beri ilk defa iyi bir şey duymuştu.
Akşam yemeğinden sonra camın önünde otururken duvardaki bitkinin ne kadar
büyüdüğünü görerek şaşırdı. O küçük yaprak şimdi duvardan aşağıya doğru kırmızı
çiçeklerle uzayan bir kalın dal oluvermişti. Çiçeğin yaşama gücü ve azminden
etkilendi genç kadın. “ Şu çiçek kadar olamadım” dedi kendi kendine “ Bittiği
yer beton duvar bir gram toprak yok altında soluduğu hava egzoz dumanı ama o
yılmadı mücadele etti bak şimdi nasıl büyüdü. Büyümekle kalmadı o çirkin betonu
nasıl güzelleştirdi. Hayat mücadele edene bir şekilde bir yol gösteriyordu
muhakkak. Peki, ya kendisi o mücadeleyi
yapabilmiş miydi? Düşündü kadın şu çiçek
bile yılmadan yaşamaya çalışırken o ilk bozgunda ölmeyi dileyecek kadar korkak
çıkmıştı. Evet, bir korkaktı
zorluklardan korkan, savaşmaktan korkan pısırığın tekiydi. Hemen kaçmaya
çalışmıştı. Bırakıp gitmek kolaydı tabi.
Öl ve kurtul. Ne iyi ya üstelik ölümün bir kurtuluş olup olmadığını bile bilmeden.
Utandı kendinden kadın. “ İntihar edecektim bir de” diye düşünüp üzüldü. Ne
vardı yani çocuğu olmadıysa bu dünyada çocuğu olmayan milyonlarca kadın
yaşıyordu hepsi ölmek istese insanları gömecek yer kalmazdı dünyada. Ya kocası?
Terk ettiyse bu onun bileceği işti. O
sevmişti kocasını, elinden gelen ne
varsa yapmıştı yuvasını kurtarmak için istemiyorsa onun bileceği işti. Hem
kendini sevmeyen bir adamla bir ömür geçirmektense yalnız yaşardı daha iyi. İşi
yoksa bir yenisi bulunurdu elbet. Kaç
yıllık tecrübesi kapı gibi diploması vardı. Hemen bakmaya başlamalıydı ilanlara
mutlaka bir şey çıkardı. Allah bir kapıyı kapatırsa bir başkasını açar denmez
miydi zaten. Borçlar içinse konuşurdu bankalarla yapılandırma mapılandırma bir
şey önerirlerdi herhalde canını alacak halleri yoktu ya hem ödemeyeceğim
demiyordu ki iş bulunca ödeyeceğim diyordu. Bir umut dalgası sardı içini. “ Yaşamak
için bir sebep yok” derken mendireğin başında oysa şimdi yaşamın kendisinin
yaşamak için sebep olduğunu anlamıştı. Akşamla birlikte yavaş, yavaş karanlıkta kalan çiçeğe minnetle baktı
onun azmi göstermişti hayatın değerini. Yatağına dönerken hastalığı konusunda
tevekkül olmaya karar verdi. Kötü çıkarsa sonuçlar tedavisini olur ne olacağına
bakardı, zaten yapılacak ta başka bir şey yoktu. Hastaneye yattığından beri ilk
defa huzurla uyudu o gece.
Ertesi günü vizit
saatinde birkaç kişilik bir grup halinde girdiler odasına doktorlar biri; “ Sonuçlarınız
belli oldu” dedi, kalbi küt, küt attı kadının.
“Korkmayın
kanser değilsiniz” dedi ona bakan önceki genç doktor. “ Bir kitle olduğu doğru
ama hayati tehlike yaratmayan bir kitle ancak size başka bir açıdan zarar
veriyor. Onun yüzünden hamile kalamıyorsunuz”
“ Fakat” dedi
genç kadın “ ben çok tedavi oldum hatta
tam altı kez tüp bebek denedim kimse bana böyle bir şey söylemedi” dedi
itirazla
“ Valla tüp
bebek konusu farklı bir konu onlar nasıl incelediler bilemem ama demek ki fark
etmemişler sizin durumunuz kesin hem de hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde
şimdi eğer ameliyatla o kitleyi almamıza izin verirseniz çocuk sahibi olma
yetiniz açısından hiçbir sorun kalmayacak. Tüp bebeğe falan ihtiyaç duymadan
normal yollarla hamile kalabilirsiniz. Ne dersiniz ameliyat için gün alalım mı
cerrahiden?”
Genç kadın boynuna sarılmak istediği doktora
gözyaşları içinde “Olur” dedi. Dotorlar gider gitmez fırladı yataktan pencereye
gitti. Camı açıp artık iyice dallanıp budaklanmış çiçeğe bağırdı;
“ Yaşayacağım.”
Bir hafta sonra
başarılı bir operasyonla ameliyat oldu. Artık tamamen sağlıklıydı. Şimdi onu
düşündüren şey taburcu olduktan sonra nereye gideceğiydi. Ev sahibi birkaç gün
önce aramış durumunu anlatıp ondan ödenmemiş kiralar için mühlet istemişti
kadın ama eve gitse yatacak yatağı bile yoktu alacak parası da. Aslında
Balıkesir’ e yerleşmeye karar vermişti ama onun içinde para lazımdı. Utana
sıkıla bir arkadaşını aradı olanları anlatıp kendisine yardım edip
edemeyeceğini hastaneden çıktıktan sonra biraz onun evinde kalıp kalamayacağını
sordu. Arkadaşının olumlu cevabı ile rahatlayan kadın günlerini iş ilanlarına
bakarak taburcu edilmeyi sabırsızlıkla beklemeye başladı. Kafasının gerisinde bir
ses arkadaşında birkaç günden fazla kalamayacağını bu arada muhakkak bir çare
bulması gerektiğini söylese de o sesi duymamaya çalıştı. Ses beyninin içinde
yankılanmaya başladığında pencereden artık iyice büyüyüp serpilmiş çiçeğe
bakıyordu.
“Sizi yarın
taburcu edebiliriz” dedikleri gündü, kapısının önünde birinin onu sorduğunu
duyup meraklandı yatağından doğrulup kimmiş diye bakacağı sırada odaya bir adam
girdi önce tanıyamadı gireni sonra küçük bir çığlık atıp fırladı yataktan;
“Abi! Aman
Allahım gerçekten sensin nereden çıktın? Nasıl geldin ?” diye bağırarak sarıldı
gülümseyerek kollarını açan ağabeyine.
Babası
umutsuzluk içinde durumunu ona anlattığı gün telefon etmişti Amerika’ya.
Olanları öğrenen abisi yıllar sonra terk ettiği ülkesine onun için
dönmüştü. İki kardeş özlemle sarıldılar
birbirlerine. Saatlerce konuştular. Kocasını, nasıl terk edildiğini her şeyi
anlattı ona. Abisi de ona anlattı. Amerika’da ilk yıllar çok sıkıntı çekmiş
ancak orada tanıştığı başka bir Türk’ le bir temizlik şirketi kurmuşlar
durumları düzeltmişler hatta artık zengin bile sayılabilirmiş. Evlenmiş,
ağabeyi iki tanede çocuğu varmış. Birkaç yıldır babasıyla telefonlaşıyorlarmış
ama çok istemesine rağmen tepkisinden çekindiği için onu arayamamış falan
filan. Şimdi buradaymış. Ertesi günü
hastaneden birlikte çıktılar. Abisi bütün faturalarını banka borçlarını
birikmiş kiralarını ödedi. Mucize gibiydi her şey. Onu arkadaşına göndermeyip
kendi kaldığı otele götürdü. Biraz dinlendikten, birlikte İstanbul’ u gezdikten
sonra Balıkesir’ e babalarını görmeye gittiler. Orada abisi ikisini de Amerika’
ya götürmek istediğini söyledi fakat bu teklifi kabul etmedi yaşlı adam “ Ben
burada mutluyum sen kardeşini götür yanında, o daha genç yeni bir başlangıç
yapabilir çok ta iyi olur” dedi. Resmi işlemleri hızla tamamlayıp rüya gibi
geçen günlerden sonra yeni umutlara uçuverdiler.
Huzur evinin
bahçesinde elindeki telefona bakarak gülen yaşlı adam arkadaşına seyrettiği
videoyu göstererek; “ Bak bunlar benim
çocuklarım. Bu oğlum, bu onun karısı, şu kucağında çocuk olan güzel kadın var
ya o da kızım. Yanında ki kocası oğlumun ortağı aynı zamanda kucağındaki bebek
ise onun kızı yani benim yeni torunum. Ne güzeller değil mi?” dedi gururla.
“ Arkadaki şu
çiçekli ağaç ta ne güzelmiş” dedi arkadaşı
“ Ya çok güzel,
tohumunu buradan götürdü kızım memleket koksun oralar diye” dedi yaşlı adam
videoyu başa aldı gülerek kendine el sallayan çocuklarına tekrar bakmaya
başladı.
✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿ ✿
Esra
Gürel Şen- 2018
Yorumlar
Yorum Gönder