Taze bir öykü ile merhaba demek istiyorum sizlere bugün. Umarım beğenirsiniz




ANKARA- ESKİŞEHİR ARASI BİR HATCİK EDER

      Yanağından çenesine doğru akan teri elinin tersiyle öfkelenerek sildi Hatice. İçinden sunturlu bir küfür sallayıp koşmaya devam etti. Omzuna taktığı sırt çantası koşusunun her adımında sırtına küt küt vuruyordu.  Yürüyen merdivenlere atılırken bu kez sesli olarak “Allah kahretsin yetişemezsem mahvolurum” dedi. Bu düşünce ona güç verdi daha hızlı koşarak geldi bankonun önüne. Nefes nefese uzattı görevliye nüfus cüzdanını. Görevli biletini onaylarken ters ters (trenin kalkmak üzere olduğunu acele etmesini) söyledi.
      “ Biz ne yapıyoruz sanki” diye geçirdi içinden ve tekrar koşmaya başladı. Yine bir yürüyen merdiven bu kez istikamet aşağıya, sonra perona koş ve önüne gelen ilk vagona bin. Neredeyse sırt çantası kapıya sıkışıyordu. Vagonun üç basamaklı girişinin üçüncü basamağına ayağını uzatırken hareket etti tren. Ucu ucuna denir ya, böyle olmalı işte. Duvara yaslanıp cep telefonunu çıkardı yerine baktı “ 4. Vagon 13d”. O şimdi ikinci vagonda olduğuna göre “ yürü Hatcik” dedi kendine omzundaki ağır çantayı düzeltti yürümeye başladı. Tıklım tıklım dolu trende yolcuların kimi eğlenerek, kimi kızarak bakıyordu ona. Sırtında kapasitesinin en az üç katı fazla doldurulduğu belli bir çanta ile sağa sola çarparak ilerleyen, yüzü kıpkırmızı soluk soluğa bir kadın herkesin ilgisini çekmişti.
      Otuz üç yaşında olmasına rağmen hayatın törpüleri nedeniyle daha yaşlı görünüyordu genç kadın. Boya kızılı saçlarını ensesinde plastik bir tokayla toplamış alelacele yapıldığı belli bir makyajın altında yüzü terin de etkisiyle dalga dalga kızarmıştı. Gözleri güzeldi aslında içinde mor haleler barındıran değişik bir maviydi. “Liz Taylor” gözlü kızım diye severdi annesi küçükken onu. “Liz Taylor” gözleri bu yaşında üç kez evlenip boşanmasına yaramıştı sadece. Artistin kendine mutluluk getirmediği gibi ona da getirmemişti menekşe gözler.
      İlk evliliğini yaptığında henüz on yedi yaşındaydı Hatcik. Küçükken kendi ismini söyleyemeyip Hatcik dediği günden beri ismi böyle kalmıştı.  Liseden mezun olduğunun ertesi günü kıyılmıştı nikâhları Sacit’ le. Yaşı tutmadığından annesi ve babası da imza atmışlardı nikâh defterine. Sacit, babasının yakın arkadaşı Emin amcanın oğlu. Birlikte işlettikleri bir benzin istasyonları var, varlıkları yerinde yani. Babasının onu Sacit’e veriş nedeni bu benzin istasyonu. Kızını Emin’in oğluyla evlendirirse hem kızı rahat eder hem de kendisi bir iş bulabilir istasyonda. Böylece şoförlükten kurtulur şu kısa ömründe biraz dinlenirmiş. Öyle demiş annesine sebep olarak. Ah bir rahat etti bir rahat etti ki Hatice sormayın gitsin, her gün iki posta dayak, bir kocasından bir kayınpederinden. 
“Aah babacığım”  dedi genç kadın. Camdan dışarısı görünmüyordu sis çökmüştü Ankara Eskişehir arasına. “ Nereden geldi aklıma bu eskiler” diye düşünüp başını cama yasladı. Nasıl da dayanmıştı ama babası Emin Efendinin kapısına?
      “ Efendi biz seni adam bildik, dost bildik, kızımızı verdik sen böyle mi yapacaktın? Şu çocuğun haline bak kolunu kırmışsın kızımın” diye avazı çıktığı kadar bağırmış aldığı gibi gitmiş bir daha da göndermemişti onu.
      “Ah babacığım yaşasaydı ben böyle olur muydum?” Diye iç geçirdi Hatcik gözlerine dolan yaşları sildi. Gören var mı diye bakındı sonra başını yeniden yaslandı cama. 
      Boşanmam diye tutturmuştu kocası. Bir gün sokak arasında annesiyle ikisini kıstırıp üzerlerine yürümüş, annesinin bütün koruma çabalarına karşılık  “ Seni başkasına yar etmem” diye vurmuştu da vurmuştu. Ağzı yüzü kan içinde kalmıştı ama bu dayak bir sokak dolusu insanın önünde atıldığından tek celsede boşanmıştı Hatcik. O seni başkasına yar etmem diyen kocası da boşandıktan bir ay sonra evlenivermişti, tekrar. 
      Baba evine dönmüştü çok şükür ama on dokuz yaşında boşanmış dul bir kadın olarak yaşamak ağrına gidiyordu. Araştırdı, soruşturdu bir kursa gitmeye karar verdi. Şimdi bu diyet işleri moda olmuştu. İnsanlar  para verip fast food yiyip şişmanlıyor sonrada yine para verip zayıflamak için diyetisyenlere, sağlık merkezlerine koşuyorlardı. Hatcik bu furyanın rüzgârıyla açılmış bir “dengeli beslenme ve sağlık” kursuna yazıldı. 
      Kursa başladığının ikinci günü derse gelen öğretmen Kaan Bey o güne kadar gördüğü en yakışıklı erkekti. Hele bir ses tonu vardı ki dinlemeye doyamıyordu genç kadın. Belki de sadece Kaan beyin güzel sesinin, kara gözünün hatırına çok çalıştı, altı ayın sonunda kursu birincilikle bitirdi. Sertifikasını aldığı gün Kaan Beyinde ortaklarından olduğu  “Kuğu Diyet ve Detoks Merkezi” nden iş teklifi gelince neredeyse sevinçten bayılacaktı Hatcik. Hiç zaman kaybetmeden ertesi günü başladı işe. Buradaki görevi merkeze gelen hanımların detoks ve diyet programlarını izlemekti. Her akşam Kaan Bey geliyor hem işlere bakıyor hem müşterilerle ilgileniyordu. Bu havalı şişman kadınların yakışıklı öğretmenin karşısında kırıtışlarına sinir oluyordu, içten içe tutulmuştu adama. İşten çıktığı yağmurlu bir akşam arabasıyla önünde durup onu eve götürmeyi teklif ediverdi Kaan Bey. Tıpkı filmlerdeki gibi olmuştu, romantik ve masalsı. Birkaç araba yolculuğu sonra kafede bir akşam kahvesi eh birkaç arkadaşla birlikte yenen bir akşam yemeği hafta sonu yapılan piknik falan derken kendini yeniden nikâh masasında buluverdi Hatcik.
      Rüya gibi geçen bir kaç ayın ardından balayı bitti. Kocasının kendisine gösterdiği ilgiyi bütün güzel kadınlara gösterdiğini anladığı gün önce inanamadı sonra ardından acı ve öfke geldi. Kocasının neden onunla evlendiğini sorguladı. Sebep çok güzel olmasıydı. Sevmişti Kaan onu ancak, bir acı gerçek daha vardı ki o da; adamın kendisini sevdiği kadar diğer güzel kadınları da sevdiğiydi. Kıskançlık krizleri kavgalar arasında geçen uzun ve acılı bir dört yılın sonunda anlaşmalı boşandılar. Boşandıklarının ikinci ayında babası yakalandığı kanser illetinden kurtulamayarak hayata veda etti. Kızının üzüntüsü adamı hasta etti dedi konu komşu.  Başka bir sağlık merkezinde başka bir iş buldu annesiyle birlikte dedikodulara kulağını kapatıp yaşıyordu ki bir gün annesi;
       “ Ben yeniden evlenip Sinop’a gidiyorum” deyiverdi. Babası öleli daha bir yıl bile olmamıştı. Bağırdı, çağırdı, ağladı ama nafile annesi kararını vermişti. “ Kızım” dedi kadın “ Benim hiç gelirim yok. Babandan da bir şey kalmadı. Rahmetlinin bir emekli maaşı bile yok elime gelen.  Sen daha çok gençsin, yarın bir daha evlenirsen ben ne olurum? Bu öyle gerçek bir evlilik değil. Adamın karısı ölmüş çocukları baktıracak insan arıyorlar. Karısından çok bakıcısı olacağım yani senin anlayacağın Hacı’nın” dedi ve on beş gün içinde tası tarağı toplayıp gidiverdi Sinop’a.   Bir yıl içinde hem kocasından, hem babasından hem de annesinden olmuştu zavallı Hatcik. “ Neyse ki işim var” diye sevinirken çalıştığı sağlık merkezinin işleri kötü gitmeye başladı. Sonuç işçi çıkartmalar ve tabi sıra Hatcik’ ede geldi bir akşamüzeri bir daha dönmemek üzere çıktı Sağlık Merkezinin kapısından. Günlerce iş aradı. Kıyıda köşede biriktirdiği parası bitene kadar dayandı ama iş yoktu. Sonunda işten çıkartıldığı günden beri yanına çağıran annesinin dediğini yapmak ve Sinop’a gidip üvey babanın insafına sığınmak zorunda kaldı.
       Geldiğinin üçüncü ayında Sinop’ta deniz kenarında  “ Sağlıklı Hayat” adlı kamp tarzı bir merkezin kurulacağı müjdesini öğrenip hemen başvurdu. Geçmiş tecrübeleri ve diyet üzerine almış olduğu sertifikası burada işine yaradı merkez açılır açılmaz işe başladı. Kısa zamanda gayreti ve çalışkanlığıyla kendini gösterip işyerinin sahibi karı kocanın gözlerine girmeyi başardı.  Annesi ve üvey babasıyla yaşamaktan memnundu. Adamcağız zaten çok yaşlı ibadetten başka derdi olmayan bir adamdı. Çocukları ise babalarına iyi bakıldığı sürece bir şeye karışmıyorlardı. Sinop’a geleli neredeyse iki yıl olmuştu ki bir gün üvey babasının büyük kızı bir teklifle geldi.  Bir komşuları vardı. O’da tıpkı Hatcik gibi şansı yaver gitmeyenlerdendi. İki kere evlenmiş ilk karısı trafik kazasında ölmüş ikinci karısıyla ise geçinemeyip evlendikten kısa süre sonra ayrılmış bir adamdı bu komşu. Yaşlı bir annesi vardı Adliyede görevli devlet memuruydu bir evi bir arabası olan efendi bir insandı Hamdi. Pek münasiplerdi doğrusu.
      “İki talihsiz insan belki de birbirinizin talihi olursunuz” dedi üvey babasının büyük kızı. Geldi gitti sonunda Hatcik’i görüşmeye razı etti. Denildiği gibi efendi bir adamdı hakikaten ortadan biraz uzun boylu, zayıf,  seyrek saçlı gözlüklü bir adamdı Hamdi Bey. İlk buluştuklarında gri bir takım elbise giymiş kravatını beğenmese de takımın rengine uyduğunu kabul etmişti Hatcik. İkinci görüşmelerinde tatlıcıda kaymaklı kadayıf yerken kabul etti adamın evlenme teklifini sadece bir şartı vardı Hatcik’in o da çalışmasına karışmayacaktı. Hamdi’nin böyle bir şeye niyeti bile yoktu ama onun da bir şartı vardı evlendiklerinde annesi ile birlikte yaşayacaklardı. Annesini yalnız bırakamazdı. Sonunda bir 23 Nisan günü dışarıda çocuklar bayram yaparken on, onbeş kişilik bir davetli topluluğunun önüne nikâhlandılar. Mavi bir elbise giyip eline müstakbel kocasının kibarlık olsun diye getirdiği kırmızı gülü almıştı. Anneler ağladı, üvey babası rahatladı diğerleri mutluluk dilekleriyle alkışladılar.
      Yeni hayatı bütün sakinliğine ve durağanlığına rağmen diğer yaşadığı iki evliliğe göre çok daha mutluydu. Ne Sacit’ le olan evliliği gibi korku vardı ne Kaan’la olan evliliği gibi tutku doluydu ama huzur içeriyordu.  Sabah kayınvalidesinin hazırladığı kahvaltıyı edip işine gidiyor akşam kayınvalidesinin hazırladığı yemeği yiyordu. Akşamdan sonra bulaşıklar ve kocasının çok sevdiği çay faslı ona aitti. Çaylarını içip televizyonda dizi seyrediyorlar sonra sakince odalarına çekiliyorlardı. Allah var yaşlı kadının ağzı var dili yoktu. Sevmişti Hatcik kayınvalidesini şimdilik her şey yolundaydı.  Evlendikten sekiz ay sonra sessiz evleri Hatcik’in verdiği bir müjdeyle neşelendi. Hamileydi genç kadın ve bu hem Hamdi için hem de onun için yepyeni bir tecrübeydi. O sakin yaradılışlı adam bu haberle değişti. Heyecanlı meraklı ve sanki daha da sevecen bir hale dönüştü. Akşamları karısını işten almaya gidiyor dönüşte onu alışverişe ya da pastaneye götürüyor nasıl gönlünü edeceğini bilemiyordu. Hamileliğinin dördüncü ayında bebeğin bütün ihtiyaçları tamamlanmıştı neredeyse. Kayınvalide Kadriye Hanım da oğlundan farklı değildi. Gelini beslensin diye her gün çeşit çeşit yemekler yapıyor elini sıcak sudan soğuk suya sokturmuyordu. Nihayet süre tamamlandı ve nur topu gibi bir erkek bebek kucaklarına veriliverdi. Babasının ismini koymak istedi Hamdi kabul etti Hatcik sevinçle “yalnız yanına da Efe ismini ekleyelim mi?” diye sordu. Kadriye Hanımın tam desteğiyle çocuğun adı Rıza Efe oldu.
      Şimdi hayat daha bir renklenmiş sanki bahar bütün çiçekleriyle içinde açmıştı Hatcik’in yüreğinde. Kadriye Hanım bebeğin her şeyiyle ilgileniyor öyle ki Hatcik’e emzirmek dışında bir iş kalmıyordu. Doğum izni bitince ücretsiz izin almayı düşündü genç kadın ama “ Ne gerek var kızım ben varım nasıl olsa. Benim başka ne işim var? Ben bakarım torunuma, sen  “ Sağlıklı Hayat” a devam et bak bundan sonra daha çok para lazım size. Yarın bu çocuk büyüyecek, okula gidecek şimdi gençken çalışın da biraz para biriktirin. Ben de elim ayağım tutarken torunumla vakit geçireyim değil mi ya?” deyip ikna etti onu kayınvalidesi. Ne iyi kadındı şu Kadriye Hanım. Annesi yapmıyordu onun yaptıklarını.
      Kocasıyla araları hiç olmadığı kadar iyiydi. Neredeyse Kaan’la yaşadığı gibi tutku ve aşk dolu bir evliliğe dönüşmüştü hayatı üstelik kavgasız gürültüsüz. Akşamları onu işten alma seanslarına devam ediyordu Hamdi. Karı koca güle eğlene geliyorlardı akşamları eve. Yemekten sonra dizi falan seyretmek istemiyordu genç adam karısını ve oğlunu alıp odalarına çekiliyor çocuklarıyla vakit geçirip onu uyuttuktan sonra ikinci bir çocuğun hayaliyle yataklarına giriyorlardı hemen. Bir akşam onu almaya geldiğinde hemen eve götürmedi onu kocası. Ev yerine Sinop’un yeni yapılaşmaya başlayan semtlerinden birinde bir inşaata götürdü.
      “ İste Hatcik’ ciğim yeni evimiz dedi” karısına müjdeyle.  Bankadan ev kredisi çekmiş peşinat olarak da babasından kendisine kalan dükkân hissesini amcasına satmıştı.
      “Evler biraz küçük iki oda bir salon ama neyimize yetmez değil mi?” dedi Hamdi sevinçle.
      “ İyi ama kocacığım annem var sonra Rıza Efe nasıl sığacağız keşke üç artı bir olsaydı”
      “ Canım annemin evi var buraya da bizimle gelecek değil ya?” dedi adam karısını şaşkınlık içinde bırakarak.
      “ Yok olmaz! Ben annemi bırakmam. Sen üç odalısına bak bu evlerin belki biraz zorlanırız ama asla annemsiz olmaz “ dedi ısrarla Hatcik. Hamdi kolunu karısının omzuna attı “ Tamam bakarız” dedi sevgiyle “ İyi ki evlendin benimle Hatcik ömrüme güneş gibi doğdun” dedi Hatcik’i bir kez daha şaşırtarak.
      Eve döndüklerinde heyecanla ve sevinçle anlattılar olanları Kadriye Hanım’a. Hamdi gururla söyledi karısının “Onu asla bırakmam” dediğini. Kadriye Hanım sevgiyle baktı gelinine ama içinde farklı bir duygu yeşerdi. Korku. Demek ki bundan böyle gelininin insafına kalmıştı. Oğlu o ömrünü feda ettiği biricik oğlu tıpkı öncekilerde olduğu gibi mor gözlü bir kadın uğruna gözden çıkarıveriyordu kolayca annesini ama işler hiç öyle kolay değildi, eğer o da Kadriye ise daha önce bırakmadığı gibi şimdi de ne oğlunu ne torununu bırakmazdı kimseye.
     O günden sonra Kadriye Hanım Rıza Efe’nin üzerine daha fazla düştü. Çocuğun, işten gelince annesine bıraktığı bakımını da üstlendi fark ettirmeden. Eve geldiklerinde çoktan yemeğini yemiş oluyordu mesela çocuk, altı temizlenmiş bütün ihtiyaçları giderilmiş oluyordu. Hatcik oğluyla oynamak istese bir bahaneyle alıyordu elinden çocuğu Kadriye Hanım. Ya kendi ilgileniyor ya da babasına veriyordu. Bir akşam “ Kızım ben bir şey düşündüm sen bütün gün zaten işte çok yoruluyorsun gece de bu çocuk rahat uyutmuyor seni bundan sonra geceleri benim yanımda kalsın Rıza Efe sizde rahat rahat uyuyun. İkinizde çalışıyorsunuz, bak bir sürü borca girdiniz işinize iyi sarılmanız lazım, uykusuz çalışmak zor olur “ dedi. Hamdi daha Hatcik bir şey demeden sevinçle kabul etti bu teklifi. Hakikaten son zamanlarda oğlan geceleri bir türlü uyumuyor, ya oynamak istiyor ya da huysuzluk ediyor onları da uyutmuyordu. Hatcik çocuğun gündüz çok uyuduğu için gece uyumadığını düşünüyordu ama bir şey söyleyemedi. Apar topar çocuğun karyolası ve eşyaları Kadriye Hanım’ın odasına taşındı. Zaman geçtikçe Hatcik oğluyla arasına kayınvalidesinin girdiğini fark etmeye başladı. Ne zaman çocuğa yaklaşsa bir şekilde alıkonuyordu.  Hafta sonları parka götürmek istese “çocuk hasta burnu akıyor” deniyordu mesela alıp annesine gitmek istese “birlikte gidelim bende görmek isterim anneni “ diyordu Kadriye Hanım ve orada Rıza Efe hep babaannesinin bakımında kalıyordu. Düşse babaanne koşuyor, ağlasa babaanne susturuyor acıksa babaanne doyuruyordu artık Rıza Efe’yi.
      Hatcik bir terslik olduğunun bilincindeydi ama bir türlü söyleyemiyordu. Birkaç kez Hamdi’ye ya da arkadaşlarına söylemek istemiş hemen nankörlükle suçlanmıştı. O da sustu ancak elden giden oğluydu öyle ki çocuk artık anne diye değil babaanne diye ağlıyordu. Kucağına almak istediğinde sevmek istediğinde huysuzlanıyor babaannesini istiyordu küçük çocuk.  Zamanla çevreden Hatcik’in çocuğuyla hiç ilgilenmediği her işi Kadriye Hanım’a bıraktığı şeklinde dedikodular duyulmaya başladı.
     “ Gelinim çok iyi bir insan ama pek ev işleriyle arası yok alışmamış ne yapsın çocuk bakımından ise hiç anlamıyor biraz da sevmiyor galiba çocukları zaten öbür kocalarından bu yüzden ayrılmış diyorlar onun için varsa yoksa işi. Ne varsa artık o işte?”  gibi ara ara yaptığı serzenişlerle bu dedikoduları körüklüyordu Kadriye Hanım. “ Ne varsa artık o işte?” sorusu git gide büyüdü insanların ağzında. Hamdi’ nin kulağına kadar geldi.  Önce ufak birkaç sitem birkaç laf dokundurmayla başlayan huzursuzluk Kadriye Hanım’ın ateşlemesiyle kısa zamanda yangına dönüştü.” Bende yaşlı bir insanım oğlum. Bakarım dedim ama bu kadar da olur mu artık? Hiç üstlenmiyor, ne evin işlerini ne oğlunun sorumluluğunu. Vallahi çocuk neredeyse anne diye beni biliyor.  Varsa yoksa “ Sağlıklı Hayat”. Bıktım vallahi bu işten” demeye başladı oğluna sık sık.
      “ Sağlıklı Hayat” diyet ve sağlıklı yaşam kampı son yıllarda birkaç ünlünün gelmesiyle tanınmış kısa zamanda İstanbul’un zengin hanımlarının ve şöhretli yıldızlarının uğrak yeri olmuştu. Dolayısıyla işler artmış merkezin en eski ve deneyimli çalışanı olarak Hatcik’in işi de ağırlaşmıştı. İşini gerçekten seviyor zorluğundan ya da yorgunluğundan şikâyet etmiyordu Hatcik.  İki yıl önce işe alınan diyetisyen Mahmut Bey ile yakın mesai çalışıyorlardı mecburen.  Mahmut Bey evliyken bu duruma hiç ses çıkartmayan Hamdi adam karısından boşanınca huzursuz olmuştu. Her fırsatta bu konuda konuşuyor Hatcik’i sorguya çekiyor işten azıcık geç çıksa ya da ağzından Mahmut Bey lafı çıksa bu durum ortamı geriyordu. Sonunda kavgalar başladı. Zavallı Hatcik kıskançlığın anlamsız olduğunu kendisini ne kadar çok sevdiğini, Mahmut Beyin de aslında karısı ile barışmak için uğraştığını bir türlü anlatamıyordu Hamdi’ye. Kadriye Hanım’ın etkisi artık gözle görülür biçimde hissediliyordu. Hatta öyle ki kavgalarına bile müdahil olmaya başlamıştı kadın. “ Ne işin var senin o kartoloz adamın yanında, istesen başka bölüme geçersin demek ki sende memnunsun “ gibi Hamdi’ yi daha da delirtecek sözler söylüyor kavgalarını yatıştıracağına körüklüyordu. O eski huzurdan eser kalmamıştı.
      Kadriye Hanım daha ileriye nasıl gidebileceğini düşünüp  “ Sağlıklı Hayat” diyet merkezinde bir casusu edindi. Komşuları Selda. Bekar olduğu günlerde Hamdi ile evlenme hayalleri kurmuş olan Selda Hamdi’ nin Hatcik’ i tercih etmesiyle hayal kırıklığına uğramış kaba saba bir adamla evlenip mutsuz olduktan sonra ise Hatcik’ e düşman olmuştu. Aslında bu işe Hatcik sayesinde girmişti. O önermese “ Sağlıklı Hayat” onun gibi eğitimsiz birini asla işe almazdı ama şimdi Kadriye hanımla birlikte hareket ediyor Hatcik’ in attığı her adımı ona bildiriyordu. İşte o sayede haberdar oldu Kadriye Hanım Hatcik’ in tansiyonu düştüğü için baygınlık geçiren Mahmut beyle ilgilendiğini. Fırsatı kaçırmamak için oğluna çok acil “”Sağlıklı Hayat” a gelmesini söyleyen bir mesaj attıktan sonra Rıza Efe’ yi kapıp taksiyle kampa geldi. Pusetteki çocuğu jetleri kıskandıracak bir süratle sürerek Hatcik’in Mahmut Bey ile ilgilendiği odaya adeta daldı. Gerçekte yalnız bile değillerdi Hatcik ile Mahmut Bey. Yanlarında kampın doktoru Sevim Hanım ve hademe Behzat’ ta vardı ama onları görmedi bile yaşlı kadın. Görmekte istemiyordu zaten, hasta adamın yattığı yatağın kenarına ilişmiş gelinini görür görmez elindeki puseti bırakıp kadının üzerine saldırdı. Bir yandan da;
      “ Vay bunu da mı yapacaktın bize o…pu!” diye bağırıyor bir yandan saçını çekiyordu Hatcik’in. Odada ki herkes şok içindeydi. Ne olduğunu anlamamışlar zavallı Hatcik’i yaşlı kadının elinden kurtarmaya çalışıyor Mahmut Bey kolundan yakaladığı Hatcik’ in yere düşmesini önlemeye çalışırken Doktor Sevim Hanım Kadriye Hanımı çekmeye uğraşıyor bu arada pusetteki çocuk avazı çıktığı kadar bağırarak ağlıyordu.  İşte bu manzaranın ortasına bir de Hamdi bomba gibi düştü. Annesinin;     
      “Ben sana demedim mi oğlum iki koca eskitmiş bu kadın kim bilir neden diye bak işte gördün mü olanı, senide boynuzluyor bu şerefsiz ah biz ne suç işledikte düştük bu çirkefe”  çığlıkları üzerine saldırdı karısının üzerine. Hatcik kocasının da aynı şekilde üzerine geldiğini görünce çığlıklar atarak bağırmaya başladı, eline geçen her şeyi fırlattı kocasına, üstünü başını yırttı ve sonunda canhıraş bir feryat atıp bayıldı. Ciddi bir sinir krizi geçirmişti. Kendine geldiğinde ambulansla hastaneye götürülüşünü ve sonrasındaki üç günü hiç hatırlamıyordu. Kayınvalidesinin sözleri, oğlunun ağlayışı ve kocasının suçlayan bakışlarını hatırlayınca birkaç kez yeniden krize girdi, depresyon ağırlaştıkça ağırlaştı. Sinop Devlet Hastanesinin Psikiyatri Kliniğinde geçirilen dört ayın sonrasında kontrol şartıyla taburcu oldu. Annesi çıkarttı onu hastaneden ve doğruca kendi evine götürdü. Hiç durmadan oğlunu ve kocasını soran kızına doktorların şimdilik onlarla irtibat kurmasını yasakladığı yalanını uydurarak zar zor on gün kadar tutabildi. Ancak gerçek hiçbir yalana dayanamıyor sonunda ortaya çıkıyordu ve öğrendi Hatcik. Hamdi onu Adliye’deki arkadaşlarının da yardımıyla hastaneden aldığı deli raporunu delil olarak gösterip gıyabında tek celsede boşamıştı, ardından Sinop’taki evi barkı her şeyi satıp annesini ve oğlunu da alıp kayıplara karışmıştı. Yeniden hastalandı genç kadın. Kendini yerden yere attı. Hamdi’ yi de annesini de istemiyordu artık ama ya oğlu, oğlu ne olacaktı? Ağladı çırpındı yeniden krize girdi, hastane günleri tekrar başladı.
      Hastanede onu ziyarete “ Sağlıklı Hayat” kampının doktoru Sevim Hanım gelmeseydi bu belki böyle bir müddet daha devam ederdi ama Sevim hanım aklını başına toplamasını söyledi ona. Doktorlara yardımcı olmasını ilaçlarını içip bir an önce sağlığına kavuşması gerektiğini söyledi. Yoksa geçen zaman onun aleyhine işliyordu. Eğer oğluna kavuşmak istiyorsa önce iyileşmeli sonra araştırmalıydı. Nereye gittiklerini öğrenip peşlerine düşmeliydi.
      Sevim Hanımın uyarıları yuttuğu ilaçlardan daha iyi geldi Hatcik’ e. Doktorları şaşırtan bir hızla iyileşti. Hastaneden çıkar çıkmaz yaptığı ilk iş Adliye’ye gidip Hamdi’ nin arkadaşları ile konuşmak oldu. Öyle ya bu adam devlet memuru emekliliğine de daha çok var olduğuna göre mutlaka tayin oldu. Tanıyordu kocasını evi barkı satabilirdi ama memuriyetini yakmazdı.  Hamdi’ nin arkadaşları önce bilmiyoruz falan diye geçiştirmeye çalıştılar ancak Hatcik savcılığa başvuracağını bir anne olarak çocuğunun nerede olduğunu bilmeye hakkı olduğunu söyleyip diretince istemeye istemeye Hamdi’ nin Eskişehir ’e tayin olduğunu söylediler. Şimdi sıra Eskişehir’ e gidip oğluna kavuşmaya gelmişti ama nasıl? Parası yoktu, işi yoktu.  İmdadına yine Sevim Hanım yetişti ve onu bir avukat arkadaşıyla görüştürdü. Avukat;
      “ Önce düzenli bir işiniz ve bir eviniz olmalı. Sonra sağlık raporlarıyla tamamen sağlıklı olduğunuzu ispatlamalısınız ardından bir velayet davası açar işi bitiririz “dedi.  Yavaş ama emin adımlarla hareket etmeli acele etmemeliydiler. Onlar Eskişehir’de olduklarına göre Hatcik’te oraya gitmeli ve kendine orada yeni bir hayat kurmalıydı önce. “Sağlıklı Hayat” ın sahibi yıllardır yanlarında çalışan bu cefakâr kıza yardım etmek için imkânlarını seferber etti ve Eskişehir’de zayıflama ameliyatları yapan bir doktorun kliniğinde bir iş ayarladı. Sadece bugün üçe kadar mutlaka klinikte olmalı ve iş görüşmesini gerçekleştirmeliydi Hatcik. İşte bunun için sabahın köründe Sinop’tan yola çıkmış kan ter içinde Ankara’da hızlı trene yetişmiş Eskişehir’ e gidiyordu.
      “ Trenimiz Eskişehir Garına giriş yapmak üzeredir. Bu istasyonda inecek yolcularımızın hazırlanmalarını önemle rica ederiz….” Diyen anonsu duyunca başını dayadığı camdan kaldırdı, gözündeki yaşları sildi, toparlandı.
      “ Ankara, Eskişehir arası bir Hatcik” etti dedi kendi kendine. Bütün hayatını yeniden yaşamıştı sanki bu tren yolculuğunda. Kalktı sırt çantasını yeniden omuzlayıp indi trenden. Artık hayatında bir tek amaç ve bir tek erkek vardı o da oğlu Rıza Efe. Amacına ulaşmak için sert adımlarla yürüdü bu bilmediği şehrin bilmediği sokaklarına doğru kararlı ve kendinden emin.

     
  


Esra Gürel Şen- Nisan 2018











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar